Girdi yapan WEB

Varlık, Tarık ve sentez: “Levh-i Mahfuz’da tek zamandasınız”

Geçen hafta değindiğim batının iç yüzeyini ve organların çevresini döşeyen sölom tabakası aslında fazla bilinmeyen bir konudur. Bu bilinmezliğin bir gerekçesi, bu alanda çalışma yapılmasının ahlaki değerlerle bağdaşmaması (insan cenini üzerine araştırma yapmak mümkün değildir), ama beri yandan tıbbın bu konuda araştırma yapmak için bir neden bulamamasıdır.

Doğar, yaşar, ağlar ya da sevinirsiniz; oysa toprakta “sela” zeminindesiniz

(Bir samimi Ramazan sohbeti) Ramazan geldi, geçtiğimiz yıllarda özellikle bu ayda herkesin Kitap’ı kendi anlayacağı dilden okuması gerektiğini yazmıştım. Çünkü kendi anlayacağı dilden okumak, “anlamak” önemlidir. Ama okunanın düz haliyle anlaşılması başkadır, görünenin (zahiri) ardında yatan diğer anlamların (içrek, Batıni) anlaşılması bambaşka. Batıni kapsam düz bir gizlilik anlamına gelmez, hele şifre anlamını hiç taşımaz.

Bilimin o güzel romantik dönemi, günümüz verileriyle birleştirseniz yeni bir sonuç verebilir mi?

Geçen hafta aslında alışagelmiş olduğumuz için, bırakın sorgulamayı farkına bile varmadığımız tezahürlerden bahsettim. Bu duruma ilişkin tıbbın da sorgulamadığı örneklerle devam edelim. Döküntüyle seyreden kızamık, kızamıkçık gibi hastalıkları aşılamanın giderek yaygınlaşması nedeniyle çok daha az görüyoruz. Her bir hastalığın döküntüsü kendine özeldir. Virüslerin kanda serbestçe dolaştığını var sayarsak, döküntülerin neden birbirinden bu kadar farklı gerçekleştiğini […]

Görünenin ötesindeki başka bir dünya var, bildik sanılanlar mecburen sorgulanacaklar

Gelin bu hafta uzun süreden beri yapmadığımız üzere, bir istisna yapalım, yazdıklarımızın çok düşünüp de pek az dile getirdiğimiz içrek (Batıni, ezoterik) kısmına değinelim. Her şeyin bir görünür olan, yani tezahür ettiği gibi algılanan, bir de “anlamların içindeki anlamlar” olarak kabul edebileceğiniz iki yönü bulunmakta. Görünür olanın açıklanması aslında kolay değildir, ancak biz onu bildikleriniz […]

Günümüz akademisinin üzücü zaafları; halktan kopuk bir tutum, endüstri bezirganlığı

Sadece gıda değil, tıp, ekonomi ve hatta siyaset alanında yaşanan, ülkeyi yakından ilgilendiren gelişmelerden kendini muaf sayan, hatta istifini bile bozmadan seyirci kalan bir başka cephe var ki, biz onu aslında akademi olarak tanıyoruz. Akademi bütün dünyada yaşama yön vermesi gereken ve sadece doğrudan yana taraf olması beklenen bileşen olsa da, göründüğü kadarıyla bizim ülkemizde […]

Sindirim sistemi ve işlevine yeni bir bakış (III): Varlık, toprak ve ara-yüz

Geçen haftalardan devamla, “moderen çağ” hastalıklarının ortak noktası enflamasyon denen mikropsuz iltihap durumudur, buna Türkçe’de yangı adını veriyoruz. Romatizma denen durum yangının eklemleri tutan halidir, aynı yangı damarları tutarsa arterit (damar iltihabı) ya da koroner damar enflamasyonu gerçekleşir, kolesterol buraya çöker. Ülseratif kolit denen bağırsak hastalığı da bir yangıdır. İşin ilginç yanı Alzheimer ve kanser […]

(II) Kolesterol kalp hastalıklarında anahtar değil, kilidin sadece bir yivi

Geçen haftaki yazımız, son yıllarda hangi hastalıkların arttığını sorguladığımızda birbiriyle ilişkisiz gibi görünen bir tabloyla karşılaşıldığı saptamasıyla bağlanmıştı. Bunlar kalp hastalıkları, diyabet, romatizma, iltihabi bağırsak hastalıkları ve kanser olarak görünüyor. Bu hastalıklar gelişmiş ülkelerde “özellikle büyük şehirlerde” daha sık ortaya çıkıyor, buna karşılık gelişmekte olan ülkelerde de artıyor. Bu hastalıkların hepsine öyle ya da böyle […]

Kolesterol meselesini Doğu gözüyle okumak: (I) Beş benzemezden floş royal çıkar mı?

Sağlık gündeminde son haftalarda tartışılan ana konu kolesterol ve bunu düşürmeye yönelik ilaçlar oldu. Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay, Prof. Dr. Ahmet Aydın ve Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta “kolesterolün vücut için gerekli olduğunu ve kan değerlerinin düşürülmesine yönelik ilaçların “hiç kullanılmaması” gerektiğini söylerken, Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) başta olmak üzere Batı tarzı bilimi savunan […]