“Bilimsel kurgu” üzerine bir deneme: Julia ile Akşam Yemeği

Edebiyat kendi içinde pek çok türe ayrılır, bunlardan biri de bilimkurgu (science fiction) olarak adlandırılan biçimdir. Bilimkurgu, adından da anlaşılacağı üzere daha çok “henüz olmamış, gelecekte olabilecek” bir kavramı temel alır. Buna yakın bir alanı ise fantastik edebiyat oluşturur. Ancak bilimkurgunun aksine fantastik edebiyatta anlatılanların olma olasılığı yoktur. Türün ilk ve çok başarılı örneklerinden biri J.R.R. Tolkien tarafından yazılmış olan Yüzüklerin Efendisi’dir. Sinemaya da aktarılan ve büyük ilgi uyandıran dizi, aslında var olmayan (hoş, belki de var olmuş) bir diyardaki fantastik olaylardan bahseder. Sonraki yakın örneği ise J.K. Rowling tarafından yazılan Harry Potter dizisidir. Her iki örnekte de doğaüstü güçleri olan kişilerin ötesinde doğaüstü güçler, sihir, büyü, görünmezlik vb. kavramlar işlenir.

Bilimkurguda ise olaylar (mesela) uzay yolculukları, yeni gezegenler ve türler, uçan arabalar, mutasyona uğramış ve farklılaşmış karakterler çerçevesinde şekillenir. Dolayısıyla bilimkurgu fantastik edebiyattan “olması olasılığı” zemininde ayrılır. Bu türün başlangıcı kuşkusuz Jules Verne’e dek gider; yazar fantastik olanın aksine “yapılabilir ya da olabilir” kavramları irdeler. Nitekim Jules Verne’in anlattığı aya gitme, denizlerin derinliklerinde yolculuk etme gibi aşamalar günümüzde çoktan kat edilmiştir. Türün bana göre hala en yaratıcı görsel örneği Uzay Yolu (Star Trek) dizisidir. Bundan sonra çekilmiş olan uzaya ilişkin Uzay 1999 gibi bütün diziler (Star Wars filmleri dahil) yaratıcılık açısından Uzay Yolu’nu pek geçemez.

Görsel: Julia ile Akşam Yemeği orijinal kapak eskizi


Edebiyatta bilimsel kurgunun eksikliği

Edebiyatçılar ve eleştirmenler fantastik tür ve fütürist konuları kurgu içinde veren bilimkurgu türleri konusunda hemfikirdirler, ancak “bilimsel kurgu” (scientific fiction) düşüncesine katılmazlar. Aslında Dan Brown’un Da Vinci’nin Şifresi gibi iyi bilinen eserleri bilimsel kurguya kısmen yaklaşır. Dan Brown kahramanı Prof. Robert Langdon’u sembollerin izinde tarihi mekanlara sürerek bir kurgu oluştururken, kurgunun kendisi dışında anlatılan her şey gerçektir. Mesela o manastır gerçekten yerli yerinde durmaktadır, Templier Şövalyeleri gerçekten var olmuşlardır. Brown’un anlatımının çekici yanı da budur, “anlattığı yan öğelerin hepsi gerçektir”. Okuyucu kitabın sürükleyiciliğine kapılırken aynı zamanda gerçek nesneleri ve olayları öğrenmiş olur. Ancak Brown’un anlatımında bilimsel kurgu oluşmaz, zira anlatılan nesne, mekan ve tarih gerçek olsa da kurgu sadece Langdon’un maceralarıyla sınırlıdır.

Bilimkurgu ve “bilimsel kurgu” arasındaki fark

Her nasılsa bilimsel kurgu denemesi ya hiç yapılmamış ya da denense bile kabul görmemiş görünmektedir; hatta bilimsel kurgu kavramını irdeleyebileceğimiz bir kaynak bile yoktur. Konu daha çok internet günlüklerindeki edebiyat tartışmalarında geçer. Dolayısıyla olası bir bilimsel kurguyu tanımlamak için kendi çıkarımlarımıza başvurmak zorunda kalırız ve şu sonuçlara erişiriz:

(1) Bir kere bilimsel kavramlar anlatılmalıdır, yani tanımlanan her ne ise bilimsel olmak zorundadır.

(2) Anlatılan bilimsel kavramlar bir kurguyla verilmelidir (nitekim Dan Brown bunu başarabilmiştir).

Ama…

(3) Anlatılan bilimsel kavramlar, kurgu içinde sunulsa bile bir üst bilimsel kavram (sentez) ortaya koyabilmelidir. Yani bilimsel kurguyu bilimkurgudan ayıran özellik, bilinen kavramlardan yola çıkarak gerçekten bilimsel (reddedilmesi olanaksız) başka bir yoruma varabilmesidir.

İşte gelecek hafta tanıtımını yapacağımız, henüz dağıtımda olan Julia ile Akşam Yemeği yazım aşamasının sonuna gelirken böyle bir denemeye dolaylı olarak aday oldu. Kitapta anlatılan bilgilerin ve kavramların hepsi gerçektir ve referanslara dayanır. Anlatıcı yorumlarını bu bilgiler temelinde kendi bakış açısıyla yeniden kurgular.

Dolayısıyla anlatılan aslında bir yeni-sentezdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir