Bilinmeyenin sınırlarında: Mısır piramitleri

Geçen hafta yazmaya başladığım bilinmeyenin sınırlarının nereden başladığı konusuna göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederim. Bu konu benim için gerçekten de “rüyalarımı süsleyen çocukluk hevesi” olmanın ötesine geçti, mantıklı ve makul açıklamaların nasıl olması gerektiğini düşünür hale geldim. Size yazacağım dünyanın geçmişi konusundaki öneriler de aslında Ortodoks bilim tarafından desteklenmese de, aklın ve mantığın içerisinde kalan değerlendirmeler, bunları zorlayan tek soru çoğunun nasıl açıklanacağının bilinememesi.

Aslında hayli karmaşık ve üst üste oturan bu tarih serüvenine herkesin ortak ilgisini çekmiş olan Antik Mısır Uygarlığı’yla, daha doğrusu piramitler ve Büyük Sfenks’le başlamak istiyorum. Piramitlerin fiziksel olarak ne olduğunu anlatmamın sanıyorum bir gereği bulunmuyor, ama nasıl yapıldıkları ve daha da önemlisi ne amaçla yapıldıkları hala kesin olarak bilinmiyor. Burada aslında bağlayıcı temel noktanın da henüz yanıtı verilebilmiş değil, yani piramitlerin ne zaman yapıldığı sorusu. Bugüne dek yapılan çalışmalar ışığında ”geleneksel arkeoloji” piramitleri milattan önce 3000 yıllarına oturtuyor. Ancak hatırlanması gereken önemli unsurlardan biri de, ilk üç piramit hariç, çok sayıda irili ufaklı piramit bulunduğu ve bunların kral mezarı olarak yapıldıkları ki, bu konuda da fikir ayrılığı bulunmamakta. Lakin başta Büyük Piramit (Keops) olmak üzere, üç Gize piramidinin ne oldukları ve yapım zamanları, Sfenks de dahil olmak üzere kesin olarak bilinmiyor. Piramitlerin ve Sfenksin yapıldıktan sonra Mısır firavunları tarafından zaman zaman tadilattan geçirilmiş olmaları ve bu sırada firavun mührünün bir tarafa işaretlenmiş olması yapım tarihi konusunda kafaları karıştırıyor. Ancak sonradan yapılan karşılaştırmalı çalışmalar ve hiyerogliflerden edinilen bilgiler ilk yapım zamanlarını açıklamakta yetersiz. Öte yandan yanıtlanması gereken birkaç önemli soru daha var: Birincisi piramitler ve Sfenks gerçekten çölün ortasına mı yapıldılar, yoksa yapıldıkları zaman orası yeşil bir vaha mıydı sorusu ki (mantık böyle anıtsal yapıların yaşanan yerden uzağa dikilmesini reddediyor), bu noktada,  iklim şartlarının o zaman böyle olmadığı ileri sürülüyor. Yapım amaçları dikkate alındığında ise ortaya tam bir karmaşa çıkıyor, zira en başından beri ileri sürülen bu piramitlerin kral mezarı oldukları savı, büyük piramidin içinin keşfedilmesiyle reddediliyor.

Bazı Batı kaynaklarında yanlış bir şekilde hazine avcısı olarak adlandırılan Abbasi halifesi Abdullah El-Memun büyük piramidin içine ilk girmeyi başaran kişi. Oysa El-Memun İslam aydınlanma çağının (Mutezile) çok önemli simalarından biri. Milattan sonra 820’de donanımlı bir ekiple birlikte haftalar süren çalışmaların ardından rastlantısal olarak keşfedilen bir dar geçit aracılığıyla piramide giriyorlar. Tonlarca ağırlıktaki granik blokları öyle ya da böyle geçebilmelerinin ardından önce kraliçe odası olarak adlandırılan odaya, ardından da kral odası olarak adlandırılan yere vardıklarında büyük bir düş kırıklığına uğruyorlar, içeride ne hazine ne de kral mezarı bulunmakta. Çok daha şaşırtıcısını söyleyeyim, Büyük Piramit’in içinde hiçbir hiyeroglif ve resim de bulunmamakta. Yüz binlerce ton ağırlığında taşların büyük bir mükemmellikle bir araya getirilmesiyle oluşan ve ardından beyaz kireçtaşıyla kaplanan (bembeyaz bir piramit, ancak kireç taşları daha sonra Kahire’deki binaları kaplamak amacıyla sökülmüş, sadece tepesinde az bir bölümde bulunmakta) bu yapının merkezindeki kral odasında sadece içi boş yekpare kırmızı granitten oyulma bir lahit bulunmakta (bu lahit dar koridorlardan sığamadığından, olasılıkla piramit lahdin üstüne yapılmış). El-Memun’un, hazine beklentisindeki adamlarının hiddetinden korunmak için içeriye bir miktar altın bıraktığı da anlatılan rivayetler arasında.

Mısır gizemi ile uğraşanlar gerek piramitlerin geometrisi, gerekse ölçüleri konusunda çok detaylı araştırmalar yapmışlar ve çok ilginç çıkarımlara ulaşmışlar. Bunlardan en önemlisi Büyük Piramit’in doğrudan dünyanın çevresini ve güneşe uzaklığını veren ölçüler içermesi ki, “o zamanın verileri” çerçevesinde düşünüldüğünde hiçbir yere oturtulamıyor. Buna karşılık Büyük Sfenks konusundaki muamma çok daha derin, zira eldeki veriler (hava şartlarıyla olan yıpranmayı temel almaktalar) Sfenks’in 9000 yıllık olduğunu ve daha da ilginci kütlesinde “su aşınması” gösterdiği. Su aşınması bölgenin coğrafyasının o zamanlar farklı olduğunu, daha tüyler ürperticisi Büyük Tufan’ın gerçekleştiği dönemlerde Sfenks’in var olduğunu göstermekte. Piramitler ve Sfenks’e ilişkin ve bir yerde Inka medeniyeti ve Doğu’da Harappa medeniyetiyle ortak bir başka gerçek var ki, bu medeniyetlerin öncülü olan uygarlığa ait hiçbir kalıntı bulunmaması. Yani Inka medeniyeti ve piramitler zamanın bir anında birden yapılıyorlar. Ya bu söz konusu uygarlık kalıntıları hala çölün derinliklerindeler, ya da bu olağanüstü eserler kim olduklarını bilmediğimiz birileri tarafından bir anda dikiliyorlar.

Dikkat ederseniz piramitlerle ve Sfenks’le ilgili bütün bilinmeyene rağmen, nasıl yapıldıkları konusunda hiçbir şey yazamadım. Zira o dönemdeki teknolojiyi bırakın, günümüz teknolojisi de bu binlerce tonluk granit blokları bir araya getirmeyi başaramıyor. Bu konudaki en uç girişim 1980’lerde bir Japon grubunun piramidin küçük bir örneğini yapma çalışmaları ki teknik yetersizlikten ötürü becerilemeyip yarıda bırakılıyor. Dahası söz konusu büyüklükteki taş bloklardan herhangi birini kaldırabilecek vinçlerden bütün dünyada bugün bile sadece üç tane bulunuyor. O zamanlarda çelik teknolojisi bilinmediği, uzun bir rampanın matematiksel olarak 1,6 kilometre olması gerektiği, dahası o rampayı oluşturacak sağlam ve kalın ağaçların da bölgede bulunmadığı hatırlandığında zaten bu soru daha baştan yanıtsız kalıyor.

Gize piramitlerinin içinde bir şey bulunmaması, ama sadece olağanüstü bir matematik ve geometri şaheseri sergilemeleri bambaşka açıklamaları da beraberinde getiriyor. Bunlardan bir görüş Büyük Piramit’in insanlık tarihinin bir simgesel anlatımı olduğu. Buna göre labirentin giriş yeri başlangıç olarak alındığında ve piramit ölçü birimi zaman parçası olarak adlandırıldığında, “büyük galeri İsa’nın doğumunu ve lahit odası ise Mesih’in yeniden geri döneceği zamanı anlatır” diye ana hatlarıyla özetleyebileceğim bir yaklaşım bile söz konusu. Ama genel görüş bu devasa yapının bir yıldız gözlemevi olarak yapıldığı ve Orion yıldız kuşağını gözlediği yönünde. Kral odasına açılan “havalandırma kanalları” olarak adlandırılan kanalların aslında doğrudan bu yıldızların izlenmesine yönelik tasarımlandığı gökyüzü haritalandırma teknikleriyle kanıtlanmış durumda. Lakin en baştaki soru yine de yanıt bulamıyor: Neden?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir