Bilinmeyenin sınırlarında: Uygarlığın kökeni Mu ülkesi

İnsanlığın geçmişiyle ilgili belki de en ilginç soru insanın nereden geldiğidir. Bu geçmiş aslında iki sorudan oluşmakta: İnsan nasıl ortaya çıktı ve insan bugününe nasıl geldi. Bugüne dek olan bilgi birikimimiz, kim ne derse desin, aslında bu iki soruyu tam olarak yanıtlamak için yeterli değil. Nasıl ortaya çıktığımız konusunda kutsal kitaplar “yaratılmış” olduğumuzu söylemekte, buna karşılık başını Darwin’in çektiği evrimci bakış açısı (daha doğrusu ortaya attığı teorinin takipçileri tarafından ileri sürülen görüş) ise maymundan geliştiğini ileri sürmekte. Dini otoritenin önde gelen isimlerinden Rahip Uscher yaratılış teorisi için hatta kesin bir rakam vermekte ve insanların milattan önce 4004 yılında yaratıldığını söylemektedir. Buna karşılık evrim teorisinin dayandı kanıtlar milyonlarca yıllık bir gelişim sürecine işaret etmekte, bunu da kendi bulguları çerçevesinde yorumlamaktadır. (Size samimiyetle söyleyeyim, ben kısa süre öncesine kadar bana öğretilmiş olanlar ve kişisel bilimsel bilgi birikimim gereği evrim teorisine inanmaktaydım. Ancak bu konudaki tartışmamı bu konuda yazacaklarımın sonuna saklayacağım)

İnsanların bugünkü dağılımının nasıl gerçekleştiği, farklı farklı uygarlıkların nasıl oluştuğu ise daha yakın bir zaman sürecini içermektedir. Bu zaman süreci klasik tarih biliminin bakış açısıyla yazının bulunmasıyla güçlü kanıtların elde edildiği bir yana bırakılacak olursa, milattan önce 2500-3000 yıllarının gerisine pek gitmez. Tarihlendirme açısından başlıca yöntemlerden biri olan karbon izotop çalışmaları, doğruluğu ne kadar tartışılacak olsa da, bu görüşün en önemli kanıtları arasındadır. Ancak yöntemsel olarak bakıldığında karbonun kullanılmasının da çok ciddi hatalara sonuçlanabileceği pek çok bilim adamı tarafından kabul edilmektedir. Ben bu noktada sözü fazla uzatmadan, aslında klasik tarihçilerce pek kabul görmeyen LaPlongeon, Churchward ve Niven’ın görüşlerini aktarmak istiyorum. Bunlardan Churchward Mu uygarlığı ve Atlantis’in de fikir babası sayılır. Eski bir asker olan Churchward bu konudaki iddialarını Hindistan’daki görevi sırasında ulaştığı Naakal tabletlerine dayandırmaktadır. Bu tabletler artık kullanılmayan bir dilde yazılmıştır ve bu dili hala bilen bir rahip ve anahtar tablet sayesinde İngilizceye çevrilebilmiştir. Tabletler bugün için Pasifik okyanusunda yer alan ve Mu ülkesi olarak adlandırılan bir ülkenin varlığından söz eder. Churchward’un Mu konusundaki çalışmaları Atatürk’ün de çok büyük ilgisini çekmiş ve kitabı Türkçeye çevrilerek incelenmiştir (çeviri halen Anıtkabir kütüphanesinden bulunmaktadır ve yüce önderin emsalsiz bakış açısının küçük bir örneğidir). Mu kıtası Churchward’a göre ilk insanın ortaya çıktığı ve kutsal kitaplarda Cennet (Aden bahçesi) olarak tanımlanan yerdir. Bu uygarlığın geçmişi yazara göre milattan önce 80.000-200.000 yıl öncesine dek varmaktadır. Ancak milattan önce 10.500’lerde meydana gelen ve bütün dünyayı ilgilendiren bir felaket (kutsal kitaplar Büyük Tufan olarak tanımlamaktadır) sonucunda kıta batmıştır. Atlantis kıtası da aynı dönemde Atlantik okyanusunda bulunmaktadır ve o da batar (zaten adının da buradan geldiği söylenmektedir ve bu hikaye tarihçi Heredot, Mısır papirüsleri gibi diğer kaynaklar tarafından da doğrulanır). Churchward Mu kıtası ve Atlantis’in batışını dünyanın manyetik ekseninin değişmesiyle karakterize bir dizi felakete bağlar ve kıtaların altında bulunan gazla dolu katmanların çökmesiyle birlikte toprak parçalarının okyanus tarafından yutulduğunu söyler. Ortaya çıkan boşluğun suyla dolması nedeniyle dünya coğrafyası da değişir, şöyle ki aslında su altında olan Güney Amerika’nın doğu kıyıları su yüzeyine çıkar, o zaman için bir iç deniz olan Amazonlar karaya dönüşür.

Churchward Mu uygarlığının bugün için bile çok ileri bir uygarlık düzeyi olduğunu ileri sürmektedir. Bu uygarlık okyanus geçebilecek kadar iyi bir denizcilik düzeyine sahiptir, hatta Piri Reis haritalarında gösterilen Güney kutbunun buzul çağı öncesi özelliklerinin de bu uygarlığın haritalarından elde edildiğine inanılmaktadır. Kıtanın batması bir anda gerçekleşmez, bunun sonucu olarak buradan başlayan göçler dünyanın diğer uygarlıklarını oluşturur. Bu uygarlıklar batıya giden kavimlerin sonucunda Uygur, Hint, Kalde ve Mısır uygarlığı; doğuya giden kavimler sayesinde ise Maya, İkna ve Aztek uygarlıklarıdır. Churchward’un bu teorisi benim diğer kaynaklardan elde ettiğim bilgiler bir yana, gösterdiği kanıtlar çerçevesinde de dikkate alınır doğruluktadır. Her şeyden önce ortaya konulan sanat eserleri, dil ve yazı büyük benzerlikler göstermektedir. Anlatılan mitolojik öyküler çok büyük benzerlikler taşımaktadır (dahası bu öyküler kutsal kitaplarda yazan yaratılış bölümleriyle de örtüşmektedir). Churchward’un Mu kıtasının yerine ilişkin kanıtlarına gelince, bu da fazlasıyla akla uygundur. Kıtadan bugün için sadece Pasifik’teki ada grupları kalmıştır. Bu adaların en çok bilinenleri Polinezya ve Paskalya adalarıdır. Adalarda bulunan ve devasa boyuttaki heykellerin nasıl yapıldıkları, hiç taş ocağı bulunmayan bu küçücük kara parçalarına nasıl taşındıkları gibi yanıtlanamayan sorular da böylelikle ortak bir çözüme kavuşmaktadır.

Mu uygarlığının bugüne göre bile olağanüstü sayılabilecek gelişmişlik düzeyi ve o dönemin coğrafi koşulları dikkate alındığında Amerika’nın ilk keşfinin aslında milattan önce 10.000’lere dayandığı, geometri, mimari ve astronomi başta olmak üzere çok ileri bir noktada bulunulduğu görülmekte. Türklerin de köken aldığı ırk ise Uygurlar, yani Mu’nun batı göç yollarının bir sonucudur. Bütün bu anlattıklarımızla birlikte hiçbir veri bulunmadığı için, Churchward da Mu öncesi döneme yönelik bir iddiada bulunmaz, ne var ki bütün bu anlattıklarına karşılık yaratılış teorisine inanır ve insanın maymunların evrimiyle değil, Tanrı tarafından Mu ülkesinde yaratılmış olduklarını söyler. Bu konunun tartışmasını sonraya bırakıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir