Biyolojide anlam arayışı

İnsan vücudu bizim anlama sınırımızın çok ötesinde ilginç özellikler gösterir. Daha önce sözünü ettiğimiz bazı noktalardaki çaprazlaşmalar, örneğin beynin sağ yarısının vücudun sol yarısını kontrol etmesi, dizlerde eklem içinde çapraz bağlar olması bunlardan sadece ikisidir. Bilim böyle durumları genellikle betimleyip, kabullendikten sonra içselleştirerek geçiştirir. “Bağın çapraz olmasının dizin sağlamlığı açsından bir avantaj sağladığı” bunlardan biridir. Mevcut duruma nasıl eriştiği anlaşılamaz, ama açıklamanın mantık zeminine oturtulması nispeten kolaydır. Aykırı örneklerden biri de elbette kadın yumurtalığından batın boşluğuna atılan yumurtanın, yumurta tüpünün (Fallop borusu) “fimbriya” adı verilen saçakları tarafından yakalanarak rahme iletilmesidir. Burada mantık daha büyük çelişkiye düşer, zira yumurtanın erkeklerdeki karşılığı olan spermler doğrudan kanalın içine toplanırlar. Dolayısıyla gideceği yer zaten belli olan yumurtanın batına “sallanması” aslında mantığa aykırı görünür. Fimbriya burada okyanus tabanındaki deniz hıyarları gibi davranır, uçları sürekli hareketli bir püsküldür, görevi yumurtayı yakalamaktır. Konunun açıklaması evrim yanlıları tarafından “böyle olduğu için seçilim avantajı sağlamıştır” şeklinde bir mantıkla ilişkilendirilir. Bunun karşısını iddia etmek yaratılış taraftarları için de aynı şekilde kolaydır, zaten böyle yaratılmıştır. Ama farklı bir açıklamaya girmeye çalıştığınızda durum büsbütün karışır.

Resim: Fibriya denen saçaklar ve yumurtalık (yeşille betimlenmiş) ilişkisi, solda karın boşluğun atılmış yumurta saçaklar tarafından yakalanmaya çalışılıyor. Ortada rahmin kesiti ve aşağıda kısmen vajen görünmekte. Resim https://www.kenhub.com/de/library/anatomie/ovar-eierstock adresinden alınmıştır.

Matematik ne kadar yardım eder?

İnsanın içine doğduğu sistemi anlamasındaki kısıtlılıktan çok fazla bahsettik, ama elbette yön gösterebilecek bazı genel kurallar da bulunmaktadır. İnsan, mevcut sistemin gelişiminde söz sahibi olmadığı için hangi kurallara tabi olduğunu kendiliğinden bilmez. Lakin tam sayılardan oluşan bir sistemde “1’den 2, 3 ve 4 atlanarak 5’e geçilemez” gibi bir yaklaşım makul bir başlangıç noktası oluşturabilir. Ama geometri her zaman istenen modeli vermez. Örneğin biz geometriyi düzlemsel Öklid uzayında öğreniriz, ama eğriden oluşan ve dolayısıyla daha başlangıçtan küre oluşturmaya meyilli bir Riemann geometrisi de vardır. Nitekim biyolojik sistemlere baktığınızda Öklid uzayından ziyade Riemann geometrisinin hakim olduğunu görürsünüz, düzlemler yaratan canlı formlar göründüğü kadarıyla bulunmamaktadır, bilakis hücre küresel olma eğilimindedir. Onu küreden çıkarıp iğsi (mekik) biçimine getiren kendisi değil, çevresini saran matriksidir. Bu algı biçiminin bir diğer örneğini manyetik alanlarda da görürüz. Manyetik alan fiziksel bir olaydır, ama yapısı düzlemsel olmadığı gibi, mıknatısın iki kutbundan birbiri içine kapanan elipsler meydana getirir. Bu fiziksel fenomenin insan vücudunun simetrisine ne biçimde ve ne kadar uygulanabileceği açık değildir. Ancak mikroorganizmaların elektrik akımının artı ve eksi kutuplarına türe özel ilgi gösterdikleri (infüzorya, işkembe mikrobiyotasını oluşturan canlılar) ta elektriğin keşfinden beri bilinmektedir. Eğer mikroorganizmalar elektrik akımını algılayabiliyorlarsa, manyetizmayı da algılayabilecekleri açıktır. Bu da zaten kuşların dünyanın manyetik alanını hissedebilmelerinden ve göç yollarını saptayabilmeleriyle karşılık bulur.

Mekaniğin açıklayamadığını felsefe, sanat ya da tasavvuf da açıklayabilir

Burada aslında olağanüstü anahtar embriyoloji, yani canlının gelişim bilimi tarafından sunulur. Mevcut nihai formun hangi aşamalardan geçerek oluştuğu nispeten iyi bilinmektedir. Ancak önemli olan, betimlemenin ötesine geçip “anlamlandırabilen” bir bakış açısının yakalanmasıdır. Ve yine aynı örnek, Newton yerçekimini fark etmeden önce de elmalar ve cisimler düşmüştür, sadece Newton bunu anlamlandırabilmiştir. Yani olaylar zaten gözümüzün önünde cereyan eder, biz bunları mükemmelen betimleriz, hatta ölçeriz, ama anlamına çok nadir durumlarda vakıf oluruz. Üstelik bu anlam arayışı zaman zaman nesnelliğin dışına da çıkabilir. Nesnelliğin açıklayamadığını felsefe, sanat, tasavvuf da makul bir zemine oturtabilir. Önemli olan önyargılı olunmamasıdır, zira bilim her şeyi kaldırır, ama önyargıyı kaldırmaz. Sevgi, korku, nefret, tutku gibi duygular olabiliyorsa, salt mekanik yaklaşıma mesafeli yaklaşılmak zorundadır.

Dolayısıyla ilk mesaj; “mevcut durumun başka açıklamaları da olabilir, bunun peşine düşmenin, anlamanın ve anlatmaya çalışmanın başlı başına bir albenisi olduğu” kabul edilmelidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir