Biyolojinin mantığının açıklanmasında “işlemsel benzerlik” neden önemlidir?

Bilim insanları sağlık durumunun ne olduğunu nispeten iyi tanımlayabilmekle birlikte, hastalık durumunun tanımlanması, ama daha önemlisi diğer hastalıklar arasında konumlandırılması çok kolay değildir. Batı biliminin yaklaşık iki yüzyıldır içine düştüğü “sınıflandırma” saplantısı, önce organ sistemlerinin sınıflandırılmasıyla başlamış, sonrasında hastalıkların da organ sistemlerine göre sınıflandırılmalarına neden olmuştur. Oysa tıbbın temelini oluşturan propödetik, belirtilerden yola çıkarak bir tanıya gitmeyi amaçlar. Bu anlamda baktığınızda hastalıklardaki belirtiler aslında birbiriyle alakasız görünür. Mesela grip sadece bir sistemi tutmaz, birden fazla sistemde belirtilerle seyreder. Gripte ana belirtiler solunum sisteminde hapşırma, burun akıntısı ile başlarken, tablo daha sonra genel bir kırıklık hali, kas ve eklem ağrıları, halsizlik ve iştahsızlık gibi belirtilerle seyreder. Dolayısıyla aslında “hangi gerekçeyle olduğu bilinmeyen”, ama birden çok sistemi etkileyen bir tablo söz konusudur.

Resim. Gelişmekte olan bitkide kök (root, sağda) ve sürgün (shoot, solda) apikal (uç) meristemleri (http://bio100.class.uic.edu/lectures/meristem-brit.jpg adresinden alınmıştır).
Resim. Gelişmekte olan bitkide kök (root, sağda) ve sürgün (shoot, solda) apikal (uç) meristemleri (http://bio100.class.uic.edu/lectures/meristem-brit.jpg adresinden alınmıştır).

Benzer durum eklemleri tuttuğu düşünülen romatizmanın, tükürük bezini, deriyi, kalbi vb. de etkileyebilmesi için de geçerlidir. Bu üst üste örtüşen belirtiler aslında sistemlerin birbirinden çok keskin sınırlarla ayrılamayacağının da açık bir göstergesidir. Ama daha önemlisi, bu çapraz belirtilere neyin neden olduğunun açıklanmasıdır. Çünkü bu yol takip edilerek dokular arasındaki benzerliklerin de izi sürülebilir, üstelik bu benzerlik “analog ya da homolog” değil, işlemsel benzerlik konusunda bilgi verecektir. Böyle bir irdelemenin daha derin biçimi ise, neden gut gibi “kristal çökmesiyle” seyreden hastalıklarda (burada ürat kristalleri söz konusudur ve ürik asit metabolizmasının bozukluğuna bağlanır) özellikle ayak başparmak ekleminin tutulduğudur, oysa vücutta benzer özellik gösteren çok fazla eklem vardır.

İlaçların yan etkileri bambaşka bir dünyayı anlatır

İşte yukarıda açıklamaya çalıştığımız bu bakış biçimi, görünenin arkasındaki ilişkileri anlayabilmemizi sağlar. Aynı durum aslında ilaçların yan etkileri için de söz konusudur. Tıp ilacın etki mekanizmasına bir yakıştırmada bulunur, yan etkileri ise sadece kayıt altına alarak geçer. Oysa ilacın etki mekanizması bambaşka olabileceği gibi, yan etkiler de sistemler arası işlem benzerliklerinin ipuçlarını sunabilir. Örneğin pek çok antibiyotik deride döküntü yapar, bazı kanser ilaçlarının kalbin pompalama yeteneğini bozduğu bilinmektedir. Bu tür etki ve yan etkileri belli bir mantık içinde yerli yerine yerleştirirseniz, sistemin nasıl çalıştığına dair daha geçerli önerilerde bulunabilirsiniz. Hatta görünenin ardında yatan biyolojik mantığı da anlayabilir, tıbbı içine düşmüş olduğu ataletten bir nebze de olsa çıkarabilirsiniz (bu görüşe erişmemize vesile olan piliç / beyaz et endüstrisine dernekleri BESD-BİR nezdinde bir kez daha teşekkür ederim).

Kemoterapinin etki mekanizması sanılandan farklı olabilir

Kemoterapi örneğinden devam edelim, yakın zamanda yayınlanan Dr. Siddharta Mukherjee’nin kaleme aldığı Bütün Hastalıkların Şahı, Kanserin Biyografisi (Domingo Yayınları) adlı çalışma, kanser hastalığının İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde birden artış gösterdiğini, kemoterapinin de eldeki bütün olası kimyasal maddelerin denenmesi şeklinde hızlandırılmış bir uğraşının sonucu olduğunu anlatmaktadır. Söz konusu dönemde DNA ve buna ilişkin mekanizmaların yeniş tanımlanmış olması, ilaçların çoğunun etki mekanizmalarının DNA’nın eşlenmesi ve hücre bölünmesi gibi moleküler süreçlere atfedilmesine neden olmuştur. Ne var ki aradan geçen dönemde elde edilen bilgi birikimi göstermektedir ki, bu ilaçların etki mekanizmaları bilinenlerin tamamen dışında olabilir. Unutmayın, “dünyanın kainatın merkezi olduğu” düşüncesi de varlığını binlerce yıl sürdürmüştür.

O halde devam edelim; toprak, kök ve bitki gelişimini irdelememizin nedeni de budur. Zira yapısal dış görünüş çok farklı olsa bile sistemler aslında benzer çalışır: “Kökten gelen uyarı tohumda meristem adı verilen bölgenin uyarılmasına neden olur. Meristemin kök kısmından kök dokuları (kök meristemi), karşı kısmından ise (apikal meristem) bitkinin gövdesi uzamaya başlar…”

Peki madem böyle, kalın bağırsak kökle işlemsel benzerlik gösteriyor, cevaplanması gereken bir sonraki soru kendiliğinden belirir: “Meristem de işlemsel anlamda bir organın benzeri midir?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir