“Çakma” aile hekimliği sistemi yeni bir sevk kargaşası yaratacak

Sizin henüz farkında olmadığınız “Aile Hekimliği Sistemi” Ağustos 2010’da ülkemizde de uygulamaya geçecek. Böylelikle çok değil dört yıl evvel “artık devlet ve üniversite hastanelerine sevk almak kalkıyor, isteyen istediği yere başvurabilir” uygulaması geri alınacak, aile hekiminden geçmeyen kişi üst basamak sağlık kurumlarına başvuramayacak. Böylelikle Sağlık Bakanlığı (daha doğrusu Hükümet) zamanında çok eleştirdiğimiz “sevksiz” uygulamasını mecburen geri almış olacak. Sağlık ocakları uygulamasıyla arada bir fark var mı, doğrusunu isterseniz yok, aile hekimlerine de tıpkı sağlık ocakları gibi, belli bir nüfus (mahalleler, semtler, köyler vb.) bağlanacak, söz konusu meslektaşlarımız bu nüfustan sorumlu olacak.

Önce konuya yabancı olanlar için anlatalım, aile hekimliği uygulaması Avrupa’nın sağlık hizmetlerinin önemli bir kısmını karşılayan başarılı bir koruyucu-tedavi edici hekimlik modelidir. Hekim kapsadığı nüfusla birebir ilgilidir ve kaydını tutar. Dolayısıyla aşılama faaliyetlerinden, birinci basamakta çözülebilecek bütün hastalıklara kadar geniş bir yelpazede (olasılıkla tıp uygulamalarının yüzde 80-90’ı) hizmet verir. Hatta şöyle vurgulayalım, Avrupa vatandaşları öncelikle aile hekimine güvenir ve önerilerini dinler. Durum böyle olunca da ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinde bir yığılma, gereksiz kapasite kullanımı olmaz. Bu özel tıp alanı ülkemizde de 1980’lerin sonlarında ayrı bir uzmanlık eğitimi olarak başladı. Önceleri sadece yabancı dil puanıyla giriliyordu ve üç yıllık bir eğitimi öngörüyordu. Daha sonraları bilim puanı da etkili hale geldi ve dört yıllık bir eğitim süresine uzatıldı; aile hekimliği bir anabilim dalı haline dönüştürüldü. Bu şekilde çok sayıda aile hekimi yetiştirilmesi amaçlandı, Düzce pilot bölge seçildi.

Hepi topu bir aylık bir kurs programı!

Ne var ki bu uygulamanın o zamanlar bugünkü “çakma” biçimine dönüşeceği hesaplanmamıştı. Sağlık Bakanlığı’nın başlatacağı uygulamada aile hekimliği görevini pratisyen hekimler üstlenecek. Bu meslektaşlarımıza önce “beş günlük” adaptasyon eğitimi verilmekte, sonrasında da yine birkaç günlük eğitimlerle (kurs demeye bile dilimiz varmıyor) aile hekimliği “sertifikasıyla” donatılacaklar. Böylelikle dört yıllık uzmanlık dalı, bir aylık sertifika programıyla karşılanmış olacak ve ülkemizde aile hekimi sayısı bir anda pratisyen hekim sayısıyla eşdeğer bir rakama ulaşacak. Şaka ettiğimizi sanıyorsanız, biliniz ki son derece ciddiyiz. Bu uygulama ilçelerin bir oylama sonucunda şehir yapılmalarından çok daha vahim sonuçlara neden olacak. Neden?

Tıpkı diğer meslekler gibi hekimlik mesleği de doğrudan doğruya doktorun bilgi ve deneyimiyle ilişkilidir. İşini iyi yapan doktor iyi bir doktordur, eğer insancıllığından uzaklaşmamayı da başarırsa iyi bir hekim olur ve toplumda el üstünde tutulur. Aslında soğuk algınlığı gibi ciddi olmayan sağlık sorunlarının zaten kendi kendine iyileştiğini varsayarsak, aile hekimlerinden beklenen de pratisyen hekimlerden beklenenden farklı değildir; “korumak ve sevki gereken ciddi sorunu diğerlerinden ayırmak!” Ne var ki iyi bir doktor olmadan (adına ne derseniz deyin) her ikisi de olanaksız. Doktor kalitesinin düştüğünün herkes farkında, bunu sevk sistemine angaje etmek pek çok hastanın canını “maddi ve manevi” açıdan yakacak.

Asıl sorun o malum “TUS tufanı”

Bir doktorun yetişmesindeki en önemli aşama üniversitede aldığı eğitim, öğrenciden doktora dönüşmesindeki en önemli süreç de altı yıllık bu eğitimin son iki yılıdır. Çünkü tıp eğitiminin son iki yılı klinik deneyim kazanılmasına yoğunlaşır, bu dönemi hasta görerek gerektiği gibi değerlendiren öğrenci, hastalıkların yüzde 90’ına hakim olur. Ne var ki “uzmanlaşma” belasına, Tıpta Uzmanlık Sınavı’na (TUS) hazırlık süreci de tam bu son iki yıla yansımaktadır. Gencecik doktor adayları TUS’da başarılı olmak için kursa gitmekle kalmamakta (şaka değil, TUS, dershaneleri ve test kitaplarıyla ayrı bir endüstri haline dönüşmüştür), kütüphanelerden bile çıkamamaktadır. Sınavı kazananlar pratik açıdan henüz doktor bile olamadan uzmanlık alanlarına yönelirler. Geriye kalan büyük kesim ise TUS’a daha iyi çalışabilmek beklentisiyle mecburi hizmete giderler. İşte Avrupa sağlık hizmetlerinin dayanak noktası olan aile hekimlerinin bizdeki karşılığı, bu meslektaşlarımıza verilen bir aylık sertifika programıdır. Sözün özü (yanlış hesap Bağdat’tan dönermiş) anlaşılan daha uzun bir yolumuz var. Çakma aile hekimliğiyle ancak işlevsiz bir yeni sevk sistemi yaratılabilir, Türkiye’nin sağlık sorunları doktor kalitesi artırılmadığı sürece çözülemez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir