Günümüzde matematik ve fiziğin biyolojik bilimlere yol göstermesi aslında biraz geri plana itilmiştir, zira arkadan gelen kimya ve biyokimya konuyu moleküller düzeyine indirir. Buna karşılık detay anlamı berraklaştıracağına bilakis bulanıklaştırır. Buradaki temel sorun “yapının mimarisinin yapı taşından anlaşılamayacağı” gerçeğidir. Yapıtaşları, yani moleküller zaten bütün canlılarda üç aşağı beş yukarı benzerdir. Siz ne kadar detay görürseniz, aslında ana tablo o kadar bileşenlerine ayrılır. Bir resmi büyütmeye çalışın, en sonunda elinizde noktaları oluşturan pikseller kalır. Aynen dijital resmin aşırı büyütülmesi gibi, ekranda görünen bu noktacıklar ana resim konusunda bir bilgi vermezler. Buna karşılık canlıların ortak özelliklerinden hareketle işlemsel bir benzerlik yakalanabilir. Bu konuyu kalınbağırsağın “kök” olduğuna ilişkin yazıda incelemiştik. Bitki kökün dışında güneş ışınları yardımıyla yapraklarda sentezlediği şekerli bileşikleri salar, bu kök çevresindeki mikroorganizmaları besleyerek bitkinin yapamadığı maddelerin sentezlenmesini sağlar. Kalın bağırsak da bizim “sümüksü salgı” (mukus) olarak adlandırdığımız maddeyle bağırsak bakterilerinin sentezlediklerinden yaralanır. B vitaminleri gibi maddelerin sentezi bu şekilde gerçekleşir, vücudun kendisi yapamaz. Bu işlemsel benzerlik bütünün nasıl işlediğine dair daha anlamlı yaklaşımları olanaklı kılar.
Anatomi betimler, ama yorumlaması da olasıdır
En az bunun kadar yararlı olan bir başka yaklaşım da anatominin yorumlanmasından geçer. Anatomi aslında bir betimleme sanatıdır. Rönesans öncesi dönemde insan vücudunun incelenmesi kısıtlı olduğundan, anatomi esas yükselişini 19. yüzyılda tamamlar, bugün kullandığımız anatomi atlaslarının en iyileri 1800’lerin ortalarında basılmıştır. Bunlarda üstelik şaşırtıcı derecede doku detayı da yer alır. Ancak betimlenmenin akılla yorumlanması yukarıda da değindiğimiz gibi çok kolay değildir. Betimleme edebi özellikler taşıyan bir manzara tasvirine benzer, sözlerle bile olağanüstü tanımlamalarda bulunabilirsiniz, ama anlam başka bir şeydir. Üstelik dokuların detayındaki benzerlikler sizi yanlış da yönlendirebilir. Örneğin günümüz tıbbı lenfatik organlar (bağışıklık organları olarak bilinir) kapsamına apandis, lenf düğümleri, bağırsaklardaki Peyer plakları, bademcikler ve dalağı alır. Bunların mikroskobik görünümleri benzerdir, dolayısıyla aynı sistem altında toplanır. Lenf dokusunun genel özelliği, getiren-götüren kan damarları, kapsülü delerek giren ve vücuda dönen lenf damarları içermeleridir. Şekil 1’de lenf düğümüne lenfatik damarların girişi ve çıkışı gösterilmişti, boğumdaki kırmızı damar arterdir, bunun götüreni resmedilmemiştir.
Dalak dokunun değil, kanın lenfatiğidir
Ne var ki bu özellik aynı sistem içine alınan dalak için söz konusu değildir, dalak sadece getiren ve götüren kan damarlarına sahiptir, ayrı lenf damarları içermez (Resim 2). Bu aslında genel anatomik düzenle çelişki anlamına gelir, “madem lenf dokusudur, neden lenf damarı yoktur?” Bu sorunu daha da karıştıran bir diğer özellik ise kanı getiren ana damarın sindirim sistemini besleyen kütükten (truncus coeliacus, güneş kütüğü) çıkmasıdır. Fakat bir şey olur, “damarın nereden geldiği” açıklamayı beraberinde sunar, tabi eğer embriyolojiyi, yani canlı gelişiminin nasıl olduğunu biliyorsanız. Dalak lenf dokusu özelliği göstermekle birlikte aslında mideden ayrılır, yani aynı kan damarından besleniyor olması son derece makuldür. O zaman eksik lenf damarları için başka bir önermede bulunmanız gerekir. Dalağın karın boşluğunun lenfatiği olduğu, mesela “zayıf yapılı kapsülü ile aslında batın sıvısını doğrudan emip işlediği” şeklinde bir önerme çok da mantıksız değildir. Ama dalağı bir nedenle alınanlarda batında sıvı birikimi olmadığına göre bu varsayım çürütülmeye açıktır. Geriye bir olasılık daha kalır, o da dalağın doğrudan kanın lenfatiği olduğu şeklindedir, çünkü kan akışkan da olsa ayrı dokudur. Dalak zaten kanı işlemekle sorumlu olduğundan lenfatik götüreni olamayacaktır. Nitekim dalak alındığında lösemi görülmesi ya da bazı kanı tutan enfeksiyonların (septisemi) ortaya çıkması riski artar. Nitekim dalak yıpranmış kan hücrelerinin yıkımından sorumludur. O halde “doku lenfatiği başka, kan lenfatiği başkadır” çıkarımına varılır.
Bu durumda ikinci mesaj; “iç içe geçmiş sistemler olduğu, dalağın kan sisteminin vücuda adaptasyonundan sorumlu olduğu” şeklindedir. “Dalaksız, dalaklı” gibi mecazların nasıl oluştuğu bilinmez, ama “kansız” ithamıyla benzer özellik gösterirler.