Doğar, yaşar, ağlar ya da sevinirsiniz; oysa toprakta “sela” zeminindesiniz

(Bir samimi Ramazan sohbeti) Ramazan geldi, geçtiğimiz yıllarda özellikle bu ayda herkesin Kitap’ı kendi anlayacağı dilden okuması gerektiğini yazmıştım. Çünkü kendi anlayacağı dilden okumak, “anlamak” önemlidir. Ama okunanın düz haliyle anlaşılması başkadır, görünenin (zahiri) ardında yatan diğer anlamların (içrek, Batıni) anlaşılması bambaşka. Batıni kapsam düz bir gizlilik anlamına gelmez, hele şifre anlamını hiç taşımaz. Batıni daha çok “başka bilgilerle anlaşılabilecek” bilgileri kapsar. Bilgi vardır, aslında aşikardır. Ancak onu anlamlandırmak bambaşka bilgilerin varlığına bağlıdır. Harfleri herkes bilir, bu Mısır hiyeroglif alfabesinden, Latin biçimine kadar kavramlar bütünü olarak farklı değildir, ancak o harfin hangi sese karşılık geldiğini, o sesin ne anlam verdiğini kimse bilmez. Çünkü insanın doğuştan gelme zaafıdır, öğrense de unutur ya da kanıksar. Oysa çekilip bir kenara biraz kendi başınıza kaldığınızda ve hala varsa mecaliniz, olanın bitenin ne olduğundan öte, nereden gelip de nereye gittiğinizi anlamaksa emeliniz, alemlerin içinde bambaşka alemler olduğunu kavrarsınız. Garip bir duygudur bu, her ne olursa olsun anlamak istediğinizde nasıl var olduğunuzu, tıpkı üstünde yaşadığınız dünya gibi döner dolaşır yine aynı noktaya varırsınız. Gözlerinizin önünde apaçık uzanan ovalar ve nehirler, sadece siz tırmandığınızda birbirlerine göre konumlanır ve şekillenirler. Ya da geçin bir mikroskobun başına, çıplak gözle göremediklerinizi koyun merceğin altına, büyütün de büyütün. Bu kez bambaşka bir dünyaya dalarsınız. Yükseklerden gördükleriniz size sunulmuş olan dünyanızdır, büyüterek görebileceğiniz sizi var eden detaylarınızdır. Bilgiye bağlı yükselmedir bu anlattığım, yeni bir şey değil. Amerika keşfedilmeden önce de vardı, mikroplar mikroskop bulunmadan önce de yaşardı. İş ki, merak edin, sebat edin, öğrenin, birleştirin öğrendiklerinizi, nedensiz sandığınız ya da nedenini asla aramadığınız ipuçlarını birbirine bağlayın. Mesele derinleşmek olduğunda durum farklıdır. Ne yükselerek gördükleriniz, ne büyüterek bildikleriniz yetmez. Muhtelif bin bir kimya, cihazlar, alet edevat; hülasa sadece düşündükleriniz hakimdir. Ama hükmetmek değil, hükme varmak olmalıdır amacınız. İşte o zaman ne söz, ne göz, ama töz (temel, taban, kurucu öz) açılır. On yıldır bakıp gördükleriniz, dahası bildiğinizi zannettikleriniz yerinden fırlar ve bambaşka bir anlamla oturur.

İnsanın oluşunun öyküsü, Yaratılış’ın kısa bir görüntüsü

İnsanın öyküsü anadan doğma, ama babadan olma bir tek hücreyle başlar. Her ikisi de aslında yarımdır. Babadan gelen sadece bir çekirdek (sperm hücresinde çekirdek dışında bir şey yoktur), anadan gelen ise hem çekirdek hem de birleşince onu sürdürecek olanakları taşır (yumurta hücrenin diğer parçalarını da içerir). İşte buna “germ” (Latince, tohum, tomurcuk, ruşeym) denir, lakin o sadece bir “manadır”. Hücreler çoğalır, büyük bir küre oluşturur. Sonra bu küre ortasından (ekvator gibi) çöker, iki yarı küreyi ayıran bir yüzey oluşur (‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’). Ve derken yarım küreleri ayıran yüzey de ortadan yarılır (‘Göğün altındaki sular bir yana toplansın, kuru toprak görünsün’, embriyonal disk), işte o yarığın çukurlu tarafı sırtınız, karşılığındaki kanatları (kaburgaların göğsü sarması gibi) batınınızdır. Ama bu birleşme sadece başlangıçtır, onu yeşertecek verimli topraklara gereksinim duyar (Rahim, esirgeyen, koruyan, acıyan; ‘Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu’, rahme ekilme 6. günde olur). Bu aşamada ne damar vardır ne de kalp, ne de onları oluşturacak bir taslak, kürenin ekvatorundan plakalar, üstteki ve alttaki kapandığında kaba haliyle iki tüpe dönüşür. Nihayetinde sırt, karın ve arasında kalan üçüncü plaka; sırtta kalandan sinir sistemi, arada kalandan kaslar ve ekleri ve en içte kalandan, yuvarlanıp kapanınca batın ve sindirim sistemi oluşur. Ne kalbin önceliği vardır ne de bildiğiniz beynin, öncelik üreme hücrelerinin, yeni germi oluştururlar, sonrası kandır. Cenin genin işi değildir, ama hepsi “zarlarla sarılıdır”. Gözle görülmeyecek bir hücre, yeniden yaratmak istenince yine sadece zarlar vardır (2).

İnsan yaşamının bitişi, minareden sala verilişi

Size daha önce de söylemiştim, molekülün aklı yoktur, bu işin genle değil, germle alakası çoktur. İki tabaka dürülür, ete kemiğe bürünür, ama nasıl olduğu bilinmez. Germ cenin de bile olsa, önce ne kalp ne dalak ne de mide geliştirir, evvela kendini (germ hücrelerinin göçü) serpiştirir (erkekte testis, kadında yumurtalık). “İlk gelen başlatıcıysa” (3), bu ne sadece çekirdek, ne genler, ne de ihtiraslar, en çok onları çepeçevre saran zarlar; “manaya vardığınızda” bunu görürsünüz. O zara sölom (Latince, gök, sema, gök kubbe anlamında) adı verilir, batının içi onunla döşelidir (dış periton) ve aynı zamanda iç organların neredeyse tamamını sarar (iç periton). Midenin alt kenarından bir dantel örtü gibi uzanır, kubbede sancak gibi serbestçe salınır. Bu dantel (omentum, om: kehanet, işaret) öyle görünse de aslında gelişimden kalan bir artık değildir. Daha çok sarıp sarmalamak, haber vermek eğilimindedir. Nerede bir sorun olsa gider oraya sarılır, mesela sorun apandisitse, patlamasın diye üstüne kapanır. Cerrahlar onu düz bir zar sanırlar, ameliyatları kolaylaştırmasıyla tanırlar. Bu adın nereden çıktığı bilinmez ama, sölom bizim coğrafyada “sela” olarak bilinir. Nasıl kaftan üstlük demekse, Almancada Koffer (sandık, bavul) olur. Dillerin karıştırılmadığı dönemden kalmış olsa gerek, izini sürerseniz bizde de belki bir karşılığı bulunur. Mevtayı (ölüler) yıkarsınız, kılıfa (kefen) sararsınız, yani yeniden tohum olur. Topraktan gelmiş olanın toprağa döndürülmesidir, tohumun yeniden ekilmesidir, yeşermek için uygun zamanı gelene dek! Ardından okuduğunuz yine aynı söloma göndermedir, belki de bu yüzden “sala” verilir (Osmanlıca, sala: cenazeye çağırmak için okunan salavat; sela: cenin torbası), geldiği toprağa geri gönderilir. Velhasıl siz doğar, yaşar; ağlar ya da sevinirsiniz, oysa hikayenin bütünü bastığınız topraktır, aslında siz “sela” zeminindesiniz.

Kaynaklar: 1. Tek tırnak içindeki alıntılar Eski Ahit’in Yaratılış bölümündendir. 2. Drews U. Renkli Embriyoloji Atlası, Nobel Tıp Kitabevleri ve Yüce Yayıncılık, 2000. 3. Dizdar Y. Var oluşun temel ilkeleri, görünenin anlamla birleştirilmesi (Bu bir anahtar yazıdır). DÜNYA Gazetesi, 13.6.2012. Not: Kelime anlamları Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat (Aydın Kitabevi Yayınları, 2008) ve Dr. Sina Kabaağaç ve Erdal Alova’nın Latince Türkçe Sözlük (Sosyal Yayınları, 1995) adlı eserlerinden alınmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir