Fatih Sultan Mehmet’in kemikleri

Kitap her ne kadar “sizi mal ve çocuk artırma hevesi oyaladı” dese de (Tekasür Suresi), insanlar mal sahibi olmayı yaşamlarının merkezine koyarlar. Cennetten kovulup evsiz kalmanın yanılsaması olsa gerek, başlarını sokacak çatı ve dikili bir ağaç ararlar. Lakin dünya işleri farklıdır, mal canın yongası oluverir, çocuklarını da fidanlara eş koşarlar. Çünkü kovulalı beri ihtişamın binada değil, manada olduğunu, fidanın yalnız, ama ormanın sonsuz olduğunu unutmuşlardır. Görkem denince akla gelen ata ceddi Osmanlı, gücünün doruğunda olduğu kuşatma zamanlarını bile Topkapı’nın tevazuuyla süslemiştir. Üç kıtada var olmanın verdiği ihtişam, binayla değil, bilim ve kültürle yükselmiştir. Nitekim İstanbul Fatih’e vardığında, ilk saray Doğu Roma payitahtının yamacına kurulur. Bugün İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısından geçince sağda, yangınla savrulsa bile külleri havaya, bir sütuna kazınmıştır anısı, biz fethi işte o taş sütunla anarız.

Ezik midir ki, Fatih, Yavuz ve Kanuni, Mısır’dan Mekke’ye, Viyana’dan Tebriz’e kani, Topkapı’yı yaptırırlar. Altı üstü iki katlı bir bina, avlular ve ağaçlarla bezeli koca bir Gülhane, ne zevk-ü sefa, ne temaşa; devlet olmanın bedelini vakfiyelere ve külliyelere yüklerler. İşte bu bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş tarihidir. Fatih ganidir, ama mutlak ganimet ilimdir, külliyeleri donatır. Sultan Mehmet’in esas fethi işte budur, Akşemseddin’in talebesidir, elbette ilimle yoğrulur, fakir fukaranın, din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin bakılacağı vakfiyeler kurar. Kurduğu vakfiyeler, zaman geçse, aynen saray gibi yer değiştirse de, bugün Çapa ve Cerrahpaşa’da kurulduğu gibi yaşarlar. Kimseyi geri çevirmez, sorandan bildiğini esirgemez. Tamam köhnemiştir yapılar, beş yüz dönümü aşkın arazi, imkan buldukça kurulan binalar, hizmetse hizmet, yokluktan asla çıkmaz hezimet, bilakis güç katar. Ama elbet yenilenmeyi beklerler, çünkü ezelden ebediyete intikal ederler.

Sabahattin Ağabey’in kehaneti: “Senin göreceğini de pek sanmıyorum”

Malum, coğrafya karışık, bilim desen ilimden hayli ayrışık, görür ama söylenmeyiz. Derken en yüksek birliktelikle seçilmiş Rektör, bir de proje çizdirir. Beş yüz dönüme üstten üç kat binalar, imar planını değiştirip, İstanbul Belediye’si destek verir, nitekim önceki Başbakanımız da onaylar. Ama bizi terk edip Cumhurbaşkanı olduğunda proje çuvallar.

Önce “para yok” bahanesine sığınılır, TOKİ’yle Avcılar’daki araziler için “berdel” usulü anlaşılır. Bitip de onaylanmış projenin üstünden üç yıl geçer. Ve son gördüğümde Dekan, “2016 sonundan önce mümkün değilmiş” der. Oysa onun ocakçı başı Sabahattin Ağabey’in kehanetiydi. Bir akşamüstü bana elleriyle çay doldurduğunda ve ben bakıp da aşağı “Ağabey ne olacak bu Çapa’nın durumu” diye sorduğumda, çocukluğundaki bostanlara atfen “benim göremeyeceğim kesin de, senin göreceğini de pek sanmıyorum” demişti. Sabahattin Ağabey altı ay sonra köyünde, bir bayram ziyaretinde, mutluluktan olsa gerek, Hakk’a yürüdü gitti, kehaneti ben sırtıma bindirdim.

AK Saray
AK Saray

 

İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Projesi
İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Projesi

Gelelim meselenin özüne, laf kısa olmalı:

  1. Cihana hükümran olan Osmanlı, ihtişamının doruğunda mütevazı bir saray, ama herkese açık vakfiyeler yaptırdı.
  2. “Cihan devleti” hayaline yatan Başbakan, bırakın fakültelerin yenilenmesi, zeytin fidanlarına bile sahip çıkmadı,
  3. Projelere yol vermeyen Hükümet, 1.2 milyara AK Saray yaptırdı, üstelik arazi bedava. Maksat varsa da berhava (havaya gitti), yaptırdıkları yer devlet kuran Atatürk’ün yoktan var ettiği çiftliğin temelleriydi. Ölümsüzlüğünü pekiştirdiler.
  4. İşin içine yeni Cumhurbaşkanlığı uçağı da eklendiğinde vahamet artar. Rakam 2 milyar liranın çok öterine taşar, oysa bu koskoca iki fakültenin halk için yenilenme bedeliydi.

Milyonlarca kişi, şifa bulmak adına bu külliyelerden medet umarken; “ateşten gömlek giydik” diye yola çıkan Cumhurbaşkanı ve “liyakatlidir” diye atadığı Başbakan’ı Ata toprağını bilmezse; çorak toprak sanılan yerde var edilmiş ormanı kesip saray yapmayı “zulüm” görmezse, ahde vefa etmeseler ne olur?

Olsa olsa Fatih’in kemikleri sızlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir