GDO’nun analizi, tohum ve ilaçtan komplo teorisine uzanan ağır ilişki

Bütün dünyaya servis edilen genetiği değiştirilmiş tohumların (GDO) gerçekten yenilenebilir olup olmadığına dair çok zayıf çalışmalar yapılmıştır. Bunların çoğu 90 günlük hayvan besleme deneyleridir. Farelere 90 gün yedirilip de ölmedikleri görüldüğünde yenmelerinde bir sakınca olmadığı sağlık otoriteri tarafından da kabul edilmiştir ve gerekçe hep aynıdır, “GDO’lar açlığa çare olarak geliştirilmiştir”. Ne var ki durum burada kalmaz, 1990’ların sonları ve 2000’lerin başlangıcı ilaç firmalarının arasında büyük birleşmelere sahne olur. Bu birleşmeler değişen ekonomik şartların sonucu olarak algılanır. On milyarlarca dolar büyüklüğündeki şirketler birbirleriyle birleşirken, bu kez portföylerine tarım şirketlerini de katmaktadır. Örneğin kökeni Alman olan bir şirket (uluslararası şirketlerde artık kökene ilişkin bir durum kalmasa da) Fransız devinin tarım bölümünü bünyesine katar. Böylelikle öyle şirketler oluşur ki, bir ucundan genetiği değiştirilmiş tohum, bir ucundan tarım ilacı ve diğer taraftan da insanların kullanımına yönelik ilaç üretebilmektedir. Böyle bir yapının “Amerikan anti-tröst yasalarıyla” ne kadar örtüştüğü gerçek bir tartışma konusu olsa da birleşmeler tamamlanır. Şirketlerin hemen hepsi bir tarım grubunu ve kanser bölümünü de kapsayacak şekilde yeniden yapılanmıştır. Son haftalarda gündeme gelen “Liberty”adlı GDO pirinçlerin de benzer şekilde mülkiyet hakları el değiştirir (‘özgürlük’ anlamına gelen Liberty’nin neden isim olarak seçildiği ise apayrı bir konudur).

GDO ile beslenen hayvanların durumu, toplumda görünen ağır hastalık sorunu

Aynı süreç içerisinde kanser hastalığı da artışın ötesinde, şekil değiştirmeye başlar. Bugün bizim ülkemizde de izlediğimiz “sinir-salgı dokusu” yönünde (nöroendokrin farklılaşma) bir değişiklik söz konusudur. Bu ister istemez bir komplo teorisini de çağrıştırır, zira sadece 90 günlük hayvan besleme deneylerinin “ölmediler” şeklindeki raporlarının sonrasında hayvanların ne olduğu bilinmemektedir. Oysa bu coğrafyada yaşayan ortalama bir kişi, ölmeyen hayvanların akıbetinin de araştırma kapsamına alınacağını kendiliğinden tahmin edebilir. Lakin GDO artık başta soya ve mısır olmak üzere dünyaya ciddi anlamda yerleştirilmiştir. Piliç endüstrisi bütünüyle GDO soyaya bağlı hale gelirken, büyükbaş yemi olarak da GDO mısır kullanılmaktadır. Hayvanlar hastalık gelişmeyecek kadar erken dönemde kesildikleri için aslında saptanabilen bir şey yoktur. Lakin alandan gelen veriler bu yaklaşımla örtüşmemektedir. Piliç firmasında çalışmaya başlayan birinden aktarılan bilgiler, benzer tümör gelişimini teyit eder. Mesele tümörlü bir hayvanın yenilmesi değildir elbette, sorun bu tümöre neden olan şeyin “bulaştırılabilir bir şey olup olmadığındadır”. Oysa tohumlar patent koruması altında olduğundan bunların bugüne dek bağımsız bilim insanları tarafından araştırılmasına ve bulguların yayınlanmasına izin verilmemiştir. Beri yanda yem olarak tüketilmeleri durumunda böbrek yetersizliği ve karaciğer bozukluğu (organların olması gerekenden küçük olduğu) şeklinde araştırmalardan çok sık söz edilir olur.

Tohum, hastalık ve ilacı içeren mükemmel zincir

Komplo teorilerini hiç sevmem, ancak beri yanda bunu destekleyen “farkındalık kampanyaları” da söz konusudur. Bu kampanyalar giderek kanser alanına kaymaya başlamıştır. “Erken tanının hayat kurtarıcı olduğu” kavramının geçerli olmadığı lenfoma gibi kanser türleri de farkındalık kampanyaları konusu olmaya başlar (bunu daha önce de dile getirdim, milyonlarca dolar harcanan bu tür kampanyaların “beklenen hastayı aramak” dışında başka bir açıklaması bulunmamaktadır). İlaç firmalarının aslında çok seyrek görülen hastalıklar için ilaç geliştirmelerine paralel bu hastalıklar artar. İlacın diğer kanser türlerinde de işe yaraması, birilerinin bizden daha fazla bildiğinin işareti olarak mı algılanmalıdır, yoksa basit bir şans faktörü müdür, bilinmez. Bilenler varsa da, onların karar mekanizmasının en tepesinde bulunduğu şüphesizdir. Ülkemizdeki kampanyalar da “merkezin” isteği üzerine düzenlenir.

Nitekim Amerikalı moleküler biyolog John Fagan, “GDO’ların anayasa ile yasaklanmasını” önermektedir (1). Bugün okuduğum onca şeye atfen söyleyebileceğim, GDO’ların verim artışı sağladığı da tamamen tartışmalıdır. Pirinçte de söz konusu olduğu üzere, bitki zararlılarına karşı “ilaç kullanmadan” dirençli olması gereken (bu şekilde daha az tarım ilacı kullanılacağı iddia edilmiştir) soylar, ancak tarım ilacı kullanılması durumunda verim artışı göstermektedir. Bu durum verim artışının soya mı yoksa ilaca mı bağlı olduğunu da sorgulatır hale gelir ki, tahmin edebileceğinizden çok daha önemli bir durumdur. Sözün özü, GDO konusunda bilinmesi gerekenler hala ziyadesiyle çoktur.


Kaynak: (1) http://t24.com.tr/haber/john-fagan-gdoyu-anayasa-ile-yasaklayin/227983

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir