“Gerçekten tavuk” üretmek isteyen varsa lütfen ses versin!

Geçen haftaki ‘TAVUK’ DAVASI: “Ilık suda 20 dakikada” kaybedilmiş bir itibar öyküsü” başlıklı yazıya gelen bütün yorumlar için teşekkür ederim. Bu yazının amacı ise hem eleştirilere yanıt vermek, hem de piliç / beyaz et yetiştirme mantığının, yani aslında 4-6 aydan önce olamayacak bir büyütme hevesinin nasıl ortaya çıktının açıklanmasıdır. Zira bu durum aslında ülkemizde var olan, ama “kısa sürede daha çok kazanmak” güdüsüyle (zorunluluk ya da hırs) kaybedilen tavukçuluğun öyküsüdür.

 

Önce çok kısa tarihçe: Türkiye’de tavukçuluk aslında vardır, bugün mevcut firmaların bir kısmının geçmişi 50 yılın bile gerisine gider. Üretimi artırmak amacıyla “fenni tavukçuluk” olarak ortaya çıkan girişimler ise 1980’lere dayanır. Ben bu dönemi doğrudan kurucusundan dinledim, “memlekete bir hayrımız dokunsun” diyen Hanri Benazus ve arkadaşları tarafından başlatılan girişim (Yu-Pi), rahmeti Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da desteğiyle meşakkatli, ama önemli bir ekonomik boyuta gelir. Ne var ki 1990’lara gelindiğinde, doğrudan antibiyotikli yeme dayalı Batılı şirketlerin girmesiyle birlikte “fenni tavukçuluk” da batar. İşte bundan sonrası, bugün hala devam eden “entegre beyaz et tesisi” dönemidir. Çünkü piliç / beyaz et üretiminde karlılığın esası, en kısa sürede (40-45 gün), en az yemle (1.7 kg yeme karşılık 1 kg beyaz et) en çok üretimdir. Üretilen şey tavuk olmadığından “sağlıklı beyaz et” yakıştırması yapılır, bugün bildiğimiz bütün büyük üreticiler bir şekilde “entegre beyaz et” sistemine dönüşür. Bu dönüşüm “piyasa şartları gereği zorunludur”, zira tavuk ile piliç aynı sanılmaktadır. Bakanlığın ilgili “kanatlı” biriminin kuruluşu bile henüz yenidir. Daha az yemle daha hızlı büyüme ise, geliştirenler tarafından çocuksu bir açıklamayla “herhalde gizli enfeksiyon var, bunu antibiyotikle tedavi ediyoruz ki hayvan serpiliyor” şeklinde akla uydurulur.

Rüzgar tersine döndüğünde önce taşeronlar etkilenir

“Gizli enfeksiyonu tedavi ediyoruz” biçiminde ortaya çıkan “akla uydurma” zaten ülkemiz kökenli değildir, lütfen “Tavuk sanılan, piliç denilen kuş” başlıklı yazıları okuyun, Amerikan endüstrisinin vardığı konum Türkiye’ye ithal edilir (*). Aynen “kafeste ve sentetik yemle” üretim yapan “yumurta endüstrisi” için geçerli olduğu üzere, “ucuzlatılmış” beyaz et antibiyotikler sayesinde bol miktarda üretilebilmektedir, ama beyaz et endüstrisi kafesten de muaftır, hem yapay, hem daha kolay genişler. Çünkü yapay genişlemenin (riba olarak adlandırılır) en kolay yolu sizin adınıza üretim yapacak birilerinin bulunmasıdır, buna taşeron adı verilir. Taşeron üretim yapan yerlere civciv ve yem aktarılır, 40-45 gün sonra hayvanlar toplanarak kesimhaneye, yani entegre beyaz et tesisine götürülür. Bu işin endüstri için kazancı çok daha büyüktür, çünkü “beş yıldızlı” üretim tesisi (!) açılmasını gerektirmez, beyaz ete talep olduğu sürece de son derece sürdürülebilir bir genişlemedir. Dahası bu anlattıklarımın “beş yıldızlı, hatta klimalı” tesisle zaten bir alakası yoktur, civcive verilecek GDO dahil antibiyotikli kimyasal yem yeterlidir. Klima ibik gelişmediği için (metabolizmanın çıkarttığı sıcaklığın dengesi), kapalı alan ise aydınlatma (ışık olduğu sürece yeme) ve enfeksiyon riski için gereklidir.

“Halk yanlış yönlenmez”, ama taşeron kolay kandırılır

Ne var ki vatandaş yediği şeyin tavukla ilgisi olmadığını anladığında, yani ortada tavuk değil, kimyasallar sayesinde aşırı büyümüş hasta bir civciv olduğunu fark ettiğinde rüzgar tersine döner. Zira “sağlıklı beyaz et” (bilerek ya da bilmeyerek) kıymeti kendinden menkul bir kandırmacadır, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerika’da ortaya çıkmıştır (olası arka planı anlatmayacağım), aynen margarinde olduğu üzere 40 yıl sonra bize de bulaşmıştır. Mamafih Amerika yapısı itibarıyla düzenlidir, beyaz et yanılgısını da içselleştirir, “National Chicken Council” (Ulusal Piliç Platformu) gibi kuruluşlarla halka benimsetir. Ülkemizde konuyu savunan bütün birimler de bu düşünce biçiminin kötü birer kopyasıdır. Gelin görün ki Türkiye’de vatandaş coğrafyanın doğası gereği uyanıktır, 40 günde tavuk olamayacağını da bilir. Rüzgar tersine döndüğünde ise, bunu oluşturan endüstri geri basmaya başlar, öncelikle taşeron üretimi durdurarak kendini kollar. Kendisi için üretim yapan, yani ailelerinin geçimini kendine bağlayan taşeronlara makul bir açıklamada bulmak zorundadır, dolayısıyla “dava açtık” der.

Bu üretim sistemine dahil sevgili arkadaşlarımız bilsinler ki, endüstrinin münferit ya da birleşik açtığı yürümekte olan bir dava yoktur. Onlara telkin edildiğini düşündüğüm (linki yollanan) “kazandık” dedikleri dava da (eğer oysa) Ocak 2016’da reddedilmiştir (adı geçen dördüncü dava). Bir büyük şirketin bir üniversiteye yaptırdığı ve mahkemeye delil olarak sunduğu çalışma ise dava değildir, “hayvanların en iyi koşullarda bile giderek artan oranlarda ölmekte olduğunu” teyit etmekten öteye geçememiştir.

Ama bütün bunlardan daha ağırı, işin içinde olan endüstri ve veteriner hekim arkadaşlarımız anlattıklarımı zaten bilmektedir.

Dolayısıyla taşeron arkadaşlarımız hiç kasvete düşmesin, lakin “gerçekten tavuk” üretmek isteyen varsa lütfen ses versin!

(*) Hızlı büyüme “hayvanın soyunun geliştirilmiş olması” ile ilgili bir kavram değildir. Genetik seçilmenin etkisiyle daha büyük bir hayvan ortaya çıkabilir; ama bu aşırı uca kayma hayvanın tamamen doğal koşullarda bile bir yıldan fazla yaşamasına olanak tanımaz. Bilakis doğası aşırı zorlandığı için enfeksiyonlara fazlasıyla açıktır; küresel kuş gribi tehdidinin nedeni de (aynen domuz gribinde olduğu üzere) budur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir