Bilinmeyenin sınırları: Adem ve Havva nerede yaşadı?

İnsanın ortaya çıkışının başlıca iki söylencesi vardır. Kutsal metinlerde yer alan Adem ve Havva söylencesi, insanın yaratılmış olduğunu anlatır. Tanrı tarafından yaratılmış olan Adem başlangıçta cennete yaşamaktadır, ancak yalnızlıktan sıkıldığı için Tanrı’ya yalvararak kendisine bir eş yaratmasını ister. Tanrı Adem’in bu isteğini kırmaz, onun uyuduğu bir sırada kaburga kemiğini aldı ve ondan Havva’yı yaratır. Cennetin bütün nimetlerinden yararlanabileceklerini, bir tek Yaşam (Bilgi) Ağacı’nın meyvesinden yememeleri gerektiğini buyurur. Lakin Adem ve Havva’ya boyun eğmemek konusunda Tanrı ile tartışmış ve lanetlenmiş olan İblis bir gün yılan kılığına girerek Adem ve Havva’yı kandırır ve yasak elmayı yemelerine neden oldu. Adem ve Havva yasak meyveyi yediklerinden birden kendilerinin farkına varırlar, çıplak olduklarını görürler ve utanırlar. Tanrı onları çağırdığında saklanıp utandıklarını söylerler; Tanrı böylelikle yasanın çiğnenmiş olduğunu ve yaşam ağacının meyvesinin yenmiş olduğunu anlar, onları cennetinden kovar. Dünyaya sürülen (düşen) Adem ve Havva burada çoğalıp insan soyunu oluştururlar.

İnsanın maymundan evrildiğini söyleyen Evrim Teorisi ise fosil kanıtlardan oluşan çıkarımlara dayanır. Buna göre insan yaklaşık 7 milyon yıl önce maymundan ayrılmış (hominidler), 2 milyon yıl önce alet yapabilir hale gelmiş (Homo habilis, ancak alet dediysem yontmaya ve parçalamaya yarayan taş yongalar), ancak kültür anlamında ise ancak günümüzden 35.000 yıl önce ürün vermeye başlamıştır. Yaratılışa inananlar evrimcilerin kanıtlarını yetersiz bulur, inançlarının eksik olduğunu söyler. Evrimciler ise yaratılışcıları bağnazlıkla suçlar, evrenin merkezine insanı yerleştirmek çabasında olduklarını ileri sürer. Yaratılışcılar cennetin nerede olabileceğini pek araştırmazlar, ancak evrimciler için bugün yaşayan insanların akrabalık dereceleri ve soy kökenleri bir merak konusudur. Gelin görün ki bu araştırmaları bazen şaşırtıcı sonuçlar verip çok hoş bir şekilde yaratılış teorisine gönderme yapar; anlatayım.

Erkek ve dişinin cinsel birleşmesi ya da tüp koşullarında birleşme ile kadından gelen yumurta erkekten gelen sperm tarafından döllenmektedir. Sperm hücresi yumurtanın zarını delerek içeri girer ve her iki hücrenin çekirdeklerinin kaynaşmasıyla yeni canlıyı oluşturacak olan ilk hücre meydana gelir. Bu biyolojik süreç bile başlı başına büyüleyicidir, ancak insanın kökeninin araştırılması için bambaşka bir kapı da açmıştır. Nasıl mı? Hücreyi oluşturan bütün organeller DNA’daki bilgiye dayalı olarak baştan sentezlenebilir, buna karşılık enerji üretiminden sorumlu mitokondrinin kendine ait özel bir DNA’sı bulunmaktadır. Hücre çoğalırken mitokondri bağımsız olarak kendi DNA’sını çoğaltır ve bir sonraki hücreye iletir. Bu olağanüstü durumun biyolojik açıklaması, canlılığın oluşumu sırasında mitokondrinin ayrı bir canlı (olasılıkla bakteri) olduğu, “simbiyotik” (karşılıklı faydacı) bir ilişki sonucu hücreye katıldığıdır. Yumurtanın sperm ile döllenmesi sırasında spermden sadece DNA transferi olmaktadır, yani yeni oluşacak hücrenin bütün mitokondrileri anneden gelen yumurta hücresine aittir. Bu nedenle insan (memeli) soyundaki bütün mitokondriler aslında anne kaynaklıdır.

Hücre DNA’sı için söz konusu olduğu üzere, mitokondri DNA’sında da doğal mutasyonlar meydana gelmektedir. Ancak mitokondri yaşamsal açıdan son derece önemli bir organel olduğundan çok fazla hataya açık değildir. Mitokondri DNA’sının kontrol bölgesini oluşturan 500 bazlık dizi ise en fazla korunmuş olan bölgedir. Buradaki DNA’da yaklaşık her 10 bin yılda sadece bir mutasyon olmaktadır. Bu durumda, dünya üzerinde yaşayanlardan toplanacak olan mitokondri DNA’sı örnekleri hangi noktada mutasyon olduğu açısından incelendiğinde, insanın kökeni ve ırkların akrabalık ilişkileri konusunda çok değerli bilgiler verecektir. Mitokondri DNA’sının farklı coğrafyalarda yaşayan ırklarda nasıl değiştiği saptanacak olursa, ulusların soyları açıklığa kavuşturulabilecektir.

Yukarıda sözünü ettiğim araştırma, moleküler genetik yöntemlerinin gelişmesi sonucunda 1990’larda yürütülmüştür. Dünyada binlerce kişiden toplanan mitokondri DNA’sı örnekleri, aynı soydan geldiği varsayılan toplulukların benzer mutasyonları gösterdiğini kanıtlanmıştır. Bu mutasyonların dağılımına bakılarak insan ırkının göçlerinin hangi yolları izlediği de saptanabilmiştir. Ancak en önemlisi, dünyada yaşayan bütün insanların mitokondrileri benzer özellik göstermektedir, bir diğer ifade ile, gerçekten ortak bir annemiz, yani Havva söz konusudur. Cennetin neresi olduğunu kestirmemiz mümkün olmasa da, mitokondriyal Havva’nın yaşamış olduğu yer Afrika’dır. Buradan önce Orta Doğu’ya, daha sonra Asya ve Uzak Doğu’ya, Bering Boğazı’ndan geçerek Amerika’ya, beri yanda da Avrupa’ya yayılma söz konusu olmuştur.

Yukarıda anlattığım bu veriler Evrim Teorisi’ni savunan bilimsel araştırmaların sonuçlarıdır, dolayısıyla insana “evrim” gözüyle bakanlar için de aslında bir yerde şaşırtıcıdır. Beri yanda “bilgi birikimi arttıkça” evrimci ve yaradılışçı söylemlerin üst üste oturabileceğine de işaret etmektir, mesele bakış açınızın ne kadar geniş olduğuyla ilişkilidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir