Mesele hep aynı, “ne kadar ekmek o kadar köfte!”

Biraz gecikmeli olsa da, Aysun Kayacı’nın başlattığı “benim oyumla çobanın oyu bir mi” polemiği çerçevesinde tartışmak istiyorum. Bu tartışma, aslında benzer soruyu sık sık kendime sorup, cevaben de “herkesin oyu eşit olmak zorundadır” sonucunu bulmamdan kaynaklanıyor. Oysa okuyanlarınız bilir, tarihte herkesin oyunun eşit sayılmadığı dönemler yaşanmıştır. Eşit olmayan oy mantığı Roma döneminde de olmuştur, bazılarının hiç oyu bulunmaması ilkesi ise zaten çok yaygın bir yaklaşımdır. Ancak hepsi bir yana, Aysun Kayacı’nın haklı olduğu (vergi vurgusu dışında) noktalar da bulunmakta. Neden?
Bizim de ilke olarak kabul ettiğimiz parlamenter demokrasi herkesin mecliste eşit temsili üzerine kuruludur. Seçim aşamasında herkesin “bir kıymetli oyu” vardır ve bunu kendi bilinç düzeylerinde değerlendirerek en doğru seçeneğe kullanır. Ne var ki doğruluk kavramı (daha önce çok defalar tartıştığımız üzere) görecelidir. Bana göre doğru olan, size göre yanlış olabilir. Gerçek doğrunun ne olduğu (buna hakikat diyoruz), bütün verilerin bilinmesi durumunda ortaya çıkar, ancak fiilen mümkün değildir. Dahası politika gibi bir seçim alanında, doğrular kişilerin kendi gerçekleriyle ilişkilidir. Ben ekonomik refah halindeysem, benim önceliğim kültürel alanlardaki yatırımlar olabilecekken, başkası için evine girecek olan aştır. Seçimin sonucunun ne olacağını kişilerin bu öznel gerçeklikleri tayin eder.

Seçmek insanların bilgi düzeyleriyle ilişkilidir. Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in en sevdiğim sözlerinden biridir, “bilenle bilmeyen bir olur mu?” der. Elbette son derece doğrudur, bilgi bilinci oluşturur, hakikatin (mutlak bilincin) ne olduğunun anlaşılması da bilgi birikiminin yükselmesine bağlıdır. Örnekle anlatmaya çalışayım, bir nükleer santral yapılması, yapılacak yatırım açısından düşünüldüğünde daha çok enerji, beraberinde daha çok iş, daha çok istihdam demektir. Ama nükleer santrallerin bütün dünyada terk edilmekte olduğunu bilirseniz, beraberinde çok ciddi çevre sorunu yarattığını görürseniz, sadece atıklarının bile büyük bir kabusa dönüştüğünün farkına varırsanız, on beş-yirmi yıllık bir refah döneminin arkasından “yaşanması bile mümkün olmayan bir yerleşim alanı” sonucunun da bilincine ulaşırsınız. Bu durumda, “nükleer santrale evet mi yoksa hayır mı” sorusunun yanıtı aslında daha başından bellidir. Yirmi yıllık bir ekonomik refahın ardından, iki yüz yıllık kayıpla karşı karşıya kalacağını bilen hiç kimse bu soruya “evet” yanıtını veremez. Dolayısıyla, daha çok bilmek, daha doğru seçimi yapmayı sağlar.

Ama mesele kişilerin kaç oyla temsil edileceği aşamasına geldiğinde cevap hep aynıdır, yani “bir”. Seçim olan bir durumda herkesin eşit bir oyu vardır, tepe tepe kullanır. Esas sorun “daha fazla bildiğine inananların” (örneğimizde Aysun Kayacı, ama genel olarak bakarsanız zaten herkes daha iyi bildiğini zanneder), daha az bildiklerini düşündüklerine o gerçeği ne kadar anlatma çabası içinde olduklarıdır. Burada “bilimsel” temelli bir ikna söz konusu olmalıdır, “kardeşim madem sen böyle düşünüyorsun, konuya bir de bu verilerle bak” demek gerekir. Biz eğer bunu yapabilirsek demokrasiyi gerçek anlamda yaşayabilir hale geliriz.

Simdi tartışmayı siyasi alana çekmek istiyorum. Aysun Kayacı’nın başlattığı polemiğe en büyük tepki AKP’den geldi, zira Kayacı sözlerinde “AKP ayak takımının oyunu aldı” şeklinde bir imada da bulundu. Ben “ayak takımı” tanımlamasının kimi anlattığını zaten bulamıyorum, zira AKP oyunun önemli bölümünü İkinci Cumhuriyetçilerden ve finans sektöründen aldı, yani eğitim olarak çoban örneğiyle ilişkili olamayacak bir kesimdi. Rüzgar daha çok para kazanabilmek olasılığından esiyordu, dışarıya ödenecek yüksek reel faizin sonunun ne olacağını bile bile oylarını vermeyi seçtiler. Kayacı’nın kastettiğini sandığım kesim de benzer şekilde “günü kurtarmak” adına yapılan kömür yardımlarını, topyekun tarım desteklerini dikkate aldı. Ve işte Aysun Kayacı bu noktada haklıydı, “bizim” oyumuz ülkelerinin geleceğini “kendi şahsi menfaatleri” doğrultusunda değerlendirenlerle (CHP’ye körü körüne oy verenler de dahil olmak üzere) aynı olamaz. AKP’ye, CHP’ye ya da MHP’ye vb. “inanarak“ oy vermek başka, kısa vadeli menfaat gözetmek başka. Ayak takımının kim olduğu değerlendirmesini ise siz sevgili okurlarıma bırakıyorum.

Sözün özü; demokrasilerde herkesin oyu aynı değerdedir, ancak demokrasilerin kalitesi “daha fazla bildiğini düşünenlerin” (Aysun Kayacı, siz ve ben) bu bildiklerini diğerlerine anlatma çabalarıyla bire bir paraleldir. Aksi takdirde insanoğlunun doğası hep aynıdır: “Ne kadar ekmek, o kadar köfte!”, seçen için de, seçilen için de! Ve kaybedilen herkes için hep zamandır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir