Okumuşluk “esnetilemez kalıp” oluşturmada çok fazla etkilidir

İnsanın değil anlatılanı, ayan beyan görüneni anlaması ve yorumlaması bile alsında çok zordur. Bizim algılama ve yorumlama eylemimiz daha çok önceden öğrenilmiş kalıpların doldurulması üzerine kurulu görünüyor. Yeni karşılaştığımız durum, önceden yaşanmış bir karşılığı var ise bir yere konumlandırılabiliyor, yoksa anlamlandırılamıyor, anlamlandırılamayınca da kısa sürede sonlanan bilgi akışına dönüşüyor. Velhasıl görülen ya da anlatılan bir şeyin algı düzeyine erişimi için önceden öğrenilmiş bir kalıbın içerisini doldurması gerekiyor. Bu akışın sık değindiğimiz bir başka boyutu daha var, o da insanın yaşamın içine doğmuş olması nedeniyle ortaya çıkan “doğal anlama engelliliği”. Tıbbın aslında “betimleyici” olmanın ötesine geçemediği saptaması da buna dayanıyor. Düşününüz ki bir gün bir güruh meraklı insan, insanı, yani kendini anlamak gayesiyle dokuları incelemeye başlıyor,  bundan anatomi dediğimiz bilim dalı doğuyor. Ne var ki anatomistler aslında bir şey yapmıyor, kesip altını gördükleri dokuyu standart bileşenleri açısından haritalandırma işleminin ötesine geçmeleri elbette mümkün değil. Bu tıpta öğrenilmesi en zor Latince kelimeler dizisini meydana getirir (daha doğrusu ezber zannedildiğinden kavrama daha baştan tutuklanıyor. Her ne kadar kendi içerisinde anlam bütünlüğüne sahip olsalar da, yabancı dilden (Latince) terimlerin makus kaderidir bu.

 

Derken bir başka grup işleyişin nasıl olduğunu anlamaya çalıştığında esas sıkıntı kendini gösteriyor. İçine doğulan bir sistemin anlaşılması, ilk paragrafta anlattığımız “önceden bilinen örneğe yerleştirme” zaafıyla sınırlı. Bir diğer kısıtlılık da, hele hele doğayı anlamaya çalışmak söz konusu olduğunda, kendi insan güdülerimizle yoruma varmaya çalışmak. Örneklerle anlatmaya çalışalım, yılanın yuvasını “barınma gereksiniminin karşılanması”, arının kovanını “evi”, kartalın tavşanı görmesini ise “görme keskinliği” olarak değerlendirmemiz. Ne yapalım, elimizde başka model yok, o nedenle rasyonalizasyon, yani aklımıza uydurmamız da bu şekilde gerçekleşiyor.

Herkesin aynı rengi gördüğü bile aslında tartışmalıdır

Bu açıklamaların aslında doğru olmayabileceğini çok sık vurgulasak da, yeniden yeniden hatırlatma ihtiyacını duyuyoruz. Çünkü bu satırlarda farklı kavramları sunduğumuzda bir sonraki tartışma aşamasına geçişimiz ancak anlatılanı okumanızla gerçekleşebilmekte. Düşüncenin “mantıksız” denmeden tartışılmasını sağlayabilmemiz için “başka bakış açısının da mümkün olabileceği” yaklaşımı zorunludur, yani “algılamadaki kalıp” esnetilmek zorundadır. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım; “aslında herkesin aynı rengi gördüğünü düşünmemiz de bir kabullenmedir”. İnsanlar belli ışık frekansındaki görüntüye belli renk isimleri vermişlerdir, ama renk körlüğü diye aşikar bir durum da varken, aslından herkesin aynı rengi gördüğünü düşünmemiz bir kabullenmedir. Çocuk büyürken yaprakları yeşilin tonları olarak beller, biz onun aslında hangi rengi gördüğünü asla bilmeyiz, ama onun gördüğüne verdiği isim de yine yeşil olacaktır. Kimin ne gördüğü ayrımı bile bu kadar bilinmez iken, anlatılanın nasıl algılandığı kavramı tamamen tartışmalıdır.

Kabullenilmiş bilgi çok daha zor değişir

Bu “algılamadaki kalıp” kısıtlılığı, “kabullenilmişlerin değiştirilmesi” noktasında çok daha rijit (esnemez) hale gelir. Mesela, insanlar cevizin içinin beyne benzediğini düşünerek, ceviz beyni besler sonucunu çıkartmışlardır. Modern bakış açısı ise bunu reddetmede, böyle bir benzerliğin bir anlam ifade etmeyeceği düşüncesinde ısrarcıdır. Ne var ki genlerin çalışma prensibine baktığınızda ilk önermenin rastlantı olmayabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Yani ceviz ve beyin benzetmesi bilimsel açıdan da örtüşür hale gelebilir. Ama bunun özellikle bilim camiasına kabullendirilmesi, diğerinden (cevizin beyin için besleyici olduğu düşüncesi) çok daha zordur.

Okumuşluk “esnetilemez kalıp” oluşturmada az biliyor olmaktan çok daha fazla etkili görünmektedir.

1 cevap
  1. Fazıl Hortaçsu
    Fazıl Hortaçsu says:

    Bence : Bilimsel açıdan okumuşluk “esnetilemez kalıp” olmada kabul edilebilir bir faktör . Daha doğrusu etkenlerden biri … Önemli . Ancak diğer faktörleri de işin içive katabiliriz . O çok hastalıklı bir işletim sistemi olan “esnemeyen kalp” içinde çok daha karmaşık – maddi/manevi etkenler var gibi sanki ? Örneğin , “inat” nedir ? Ego’nun etkileri ne kadardır ?
    Megalonani’nin etkisi nedir ? Narsist ruh halinin etkisi varmıdır ? Gibi….şeyler geldi aklıma okurken . Bu “ben bilirim” olayı çok tehlikeli ..İlerlemenin önünü tıkar (büyük ölçüde) belki de ?

    KSS

    fh

    Yanıtla

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir