“Ortam koşulları” canlılığı, tarihi ve bizi de biçimlendirir

Gözlemin çok önemli, ama geniş bir zaman dilimine yayıldığında kısıtlı bir yöntem olduğundan geçen yazımızda bahsetmiştik.  Dolayısıyla uzun zaman diliminde gerçekleştiği tahmin edilen konularda kesin çıkarımlara gitmek güçleşir. Bu durum özellikle canlılığın gelişimi düşüncelerinin sınanmasını da neredeyse olanaksız hale getirir. Elinizdeki fosil kayıtlar birbiriyle akraba gibi görünen canlılar ortaya koyar; ama bunun bugünkü durumun neresine düştüğü, soyunun hala yaşadığı ya da ortadan kalktığı çıkarımına dönüşmesi zordur. Zira aradan geçen zaman tahmini dilimi, “ortam” olarak adlandırdığımız koşulların saptanmasını olanaksız hale getirir. Dünyanın atmosferinin hep böyle kalmadığı açıktır (çok kısa bir süre içinde “küresel ısınma” kavramında bahsettiğimizi hatırlayalım), ortam koşullarının canlının durumuna ne gibi etkilerde bulunmuş olduğu ise genellikle hiç hesaba katılmaz ya da öngörülemez.

Adile Naşit (1930-1987), hayatımızı biçimlendiren herkese şükranlarımızla…
Adile Naşit (1930-1987), hayatımızı biçimlendiren herkese şükranlarımızla…

Bunun başlıca nedeni koşulların ne olduğu değil, biyolojik sistem üzerine ne gibi (doğrudan ya da dolaylı) etkilerde bulunduğunun saptanamamasıdır. Örneğin pek çok biyolojik işlev aslında mikroorganizmalar tarafından yönlendirilir. Oysa mikroorganizmaların çoğalma ve yaşam koşulları derin bir esneklik göstermez. Hatırlayalım, ortamın biraz tuzlu olması, sıvı içindeki salatalıkları turşuya çevirebilirken, tuzun eksikliği çürümelerine neden olur. Geçmiş zaman koşulları konusundaki bugünkü bilgi ve birikimimiz, neredeyse tamamen deniz diplerinden ve Antarktika gibi çok uzun zamandır beri buz altında bulunan bölgelerde yapılan sondajlara dayanır. Sondaj yapılır, biraz kalın ve uzun bir boru yardımıyla alınan örnek (kav) tabaka tabaka incelenir. Bu tabakalarda her santimetre on binlerce yıla denk düşebilir, ama yine de fikir vericidir.

Tarih genellikle hiç anlatılmayan arka planla şekillenir

Aslında ortam koşullarının bugünü nasıl etkilemiş olduğu çok daha yakın zamanda gerçekleşmiş, tarihin alanına giren olaylarda da kolay saptanamaz. Tarih bize olayları genellikle kesin bir zaman noktası ve gerçekleşen durumu bildirerek aktarır. Bu anlamda baktığınızda aynen anatomi, kısmen biyoloji gibi, tarih de “betimleyicidir”; “şu tarihte bu anlaşma yapıldı, şu tarihte falanca ülkeler arasında savaş çıktı ve şu kadar sürdü” biçiminde hikaye eder. Oysa aynen biyolojik süreçlerin geliştiği ortam gibi, tarihte de olayların onları hazırlayan (mesela kaynakların tükenmesi), arkasındaki itici gücü oluşturan (mesela enerji gereksiniminin Tesla’nın elektrik bobinlerini keşfiyle sonuçlanması gibi) arka planları vardır. Bu arka plan bazen hiç akla gelmeyen bir etkenin (mesela toplumu birleştirmeyi başarmış bir lider) araya girmesiyle doğal akışından beklenmedik sapmalar gösterebilir. Bize “Kavimler Göçü” olarak adlandırılan, üç aşağı beş yukarı tarihlendirilebilen bir olgunun bile hangi gerekçelerle ortaya çıktığını anlamak aslında fazlasıyla zordur.

“Ortam” kişisel geçmişimizi de biçimlendirir

Hatta konuyu daha da özelleştirelim ve kendi yaşadığımız zaman diliminde, doğrudan kendi yaşamımızın tarihini çıkarmaya çalışalım. “Şurada doğdum. Falanca tarihte liseyi, dört yıl sonra üniversiteyi bitirdim. Sırasıyla A, B ve C şirketlerinde çalıştım ya da kamu hizmeti verdim” şeklinde bir özet bütün özgeçmiş formlarının genel çatısıdır. Üstelik bu arada yaşanan yerin ortamı, iş olanakları ve hatta kendi duygu durumumuzdan ötürü gerçekleşen değişiklikler ve seçimler bulunmaktadır. Aslında biyoloji ve tarih için geçerli olan “arka plan gerekçeleri” bizatihi sürdürdüğümüz kendi yaşamımız için bile çok kolay tanımlanamaz. Olayların bir kısmını zaman siler, ama duygu durumundaki değişiklikler genellikle unutulmaz. Doğa, tarih ve biz koşullardan benzer biçimde etkileniriz. Ama ilk ikisinin aksine bizim avantajımız, önceki yaşananların “ders almak” şeklinde adlandırılan bir çıkarımla sonuçlanabilmesi, yani yeni koşulun eski deneyimle kısmen de olsa biçimlendirilebilmesidir. Geçmiş biyolojiyi ya da tarihi güçlendirmez, tarih bu nedenle hep tekerrür eder, ama biz (muhasebe yapabilirsek) anılarımız sayesinde daha güçlü hale geliriz.

Herkese sağlıklı ve mutlu bir 2016 diliyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir