Sağlıklı kalmada dış dünya ve vücut ilişkisi, kalori-kilo kavramlarının güncellenmesi

DNA, amino asitler ve bunlardan yapılan proteinlerin anlattığı birkaç şey bulunmakta. Kısaca özetlersek, DNA formun gelişimi için bir şablon sunmakta, ancak bu şablonun hangi kurallar çerçevesinde belirlendiğini henüz bilmiyoruz. Yapı taşları (içerik) formun gelişimini anlatamıyor. Buna karşılık, özellikle endüstriyel hayvan üretiminden öğrenilenler, saf amino asitlerin kullanımı ile büyümenin değiştirilebileceğini göstermekte. Yani yapı taşının ayrı verilmesi ile proteinin içerisinde bileşik olarak alınması arasında etki açısından ciddi farklar bulunmakta. Bu kavram kuşkusuz beslenme ile uğraşan arkadaşlarımızın “dengeli beslenelim” yaklaşımının yeterli olmadığını gösteriyor. Beslenme ve metabolizma uzmanları, “acıcık yağ, birazcık karbonhidrat, bi lokma da protein” derken çok fazla basite kaçtıklarını ve bütünü yorumlamaktan giderek uzaklaştıklarını kabul etmek durumundalar. Nitekim aynı kavram şekerler için de geçerli, saf früktoz ve glikoz karışımı, aynı miktarda sakaroz (pancar şekeri) ile tat açısından benzer olsa da, aynı etkiye sahip değil. Aslında tartışmamız gereken, DNA ve onu hücre çekirdeğinde küçük bir paket haline getiren histonlar da dahil, bütün bunları dış dünyaya bağlayan başka bir bağ var mı? Böyle bir bağın varlığını mekanistik düşünen arkadaşlarımız doğrudan reddedecektir. Onlara göre canlı dış dünyanın merkezindedir ve dışarıyla olan bağı da solunum ya da beslenmeye benzer biçimde mekanistiktir. Bozulmalar olursa ilaçlarla düzeltirsiniz, ilacın yetmediği mekanik sorunlar varsa, ameliyatlarla gidermeye çalışırsınız.

İnsanı dış dünyayla ilişkilendiren göstergeler, tıbbın hiç araştırmadığı değişkenler

Ancak bu bakış açısı romatizma hastalarında neden hava döndüğü zaman eklemlerin ağrımaya başladığını, ağrıların önemli bir kısmının neden gece şiddetlendiğini, mevsim geçişlerinde dengenin neden bozulduğunu açıklamaz. Peki madem söz konusu olan sadece dışarından verilenleri öğüten bir makinedir, neden ortam koşullarından bu kadar etkilenir? Bu sorular vücudu dış ortama bağlayan başka bileşenlerin de bulunduğuna işaret etmekte. Bunları ister biraz mistik gözle bakıp “enerji hatları (meridyenler) olarak tanımlayın, ister beslenmeyle aldıklarınızın dolaylı etkisi olarak kabul edin, isterseniz yaşadıklarınızın psikolojik etkisi olarak kabullenin (psiko-somatik kavramı buradan çıkar), değişmez. Beyin vücudun çalışmasını nasıl etkiliyorsa, dış dünya da genel sistemi bir şekilde değiştiriyor. Kadınların aylık düzende adet görmeleri, saçların ve tırnakların uzama hızının mevsimsel değişiklik göstermesi, kalp krizlerinin genellikle sabah gün aydınlanırken ortaya çıkması insanı yaşadığı kozmosa ait kılan bağların ifadesidir.

Geçen haftalarda sadece isim vererek geçtiğimiz insan ve hayvan vücudunda üretilemeyen (esansiyel) iki amino asidi tekrar hatırlayalım, onlar metionin ve triptofandı. Metionin ve bir cins türevi olan sistein bilinen yirmi aminoasit arasında sülfür (kükürt) atomu içerenleri oluşturuyor. Sistein metioninden üretilebiliyor, ama metionin sisteinden sadece kısmen yapılabiliyor. Metionini elzem kılan en önemli özelliği vücutta tek karbonlu temel molekül olan metilin hemen hemen tek vericisi olması. Dahası sülfür grubu aktarımı ile sistein, karnitin ve taurin yapımı da yine metionine bağlı. Ayrıca özellikle beyin dokusunun yapımında ve yenilenmesinde rol oynayan fosforlu yağlar da metionin aracılığıyla oluşturuluyor. Standart genetik kodda sadece bir protein yapımında ilk eklenen aminoasit her zaman metionindir. Metionin içeren başlıca yiyecekler, meyveler, et, sebzeler, fındık ve baklagiller, ıspanak, yeşil bezelye, sarımsak, bazı peynirler, mısır, antep fıstığı; fasulye ve soya peyniri zengin miktarda metionin içeriyor. Benzer şekilde triptofan da tek koda sahip. Doğada özellikle aromatik (olgunlaşmayla ilişkili) moleküllerin yapımında kullanılıyor. Dönüştüğü diğer önemli iki bileşik ise azalmasının depresyona yol açtığı bilinen serotonin ve gece-gündüz (uyku) algısını yaratan melatonin. Bu iki amino asidi tekrar hafızanıza kaydedin, vurgulamamdaki gerekçeyi ne kadar süredir okuyorum, artık ben de unuttum.

Sağlık Bakanlığı’nın obeziteyle mücadele eylem planı

Çünkü bu değerlendirmeyi yapmamın bir nedeni yeni bakış açısını geliştirmeye uğraşmak, ikinci bir amacı da düz mantıkla erişilenin aslında her zaman doğru olmadığını açıklamaya çalışmak. Bunun en güncel örneklerinden birini Sağlık Bakanlığı’nın “Obeziteyle Mücadele Planı” oluşturuyor. Medyada geniş karşılık bulan kampanyaya göre (örneğin Star gazetesi 28 Haziran 2012) Sağlık Bakanı Recep Akdağ kilo fazlasıyla (obezite) mücadelenin sigara mücadelesi kadar kolay olmadığını belirterek “Çünkü sigaranın zararlarını herkes biliyor. Fazla yemenin zararlarını biz bilmiyoruz. Bu açıdan toplum çok kötü noktada. Türkiye’de düzenli fiziksel egzersiz yapan vatandaşların oranı yüzde 10” şeklinde bir açıklama yaptı. Bakanlığın yaptığı bir araştırmaya göre, halkımız hem obezite hem de düzenli spor yapma konusunda tam anlamıyla sınıfta kalmış. Kampanya olasılıkla ekim-kasım aylarında başlayacak, her vatandaşa, ‘hareket etmeliyim, fazla yememeliyim’ kavramı anlatılmaya çalışılacak. Obeziteyle mücadele kampanyasının lokomotifi aile hekimleri olacak. Sağlık Bakanlığı’nı koruyucu hekimliğe yönelik bu yaklaşımından ötürü kutluyoruz. Biz de tam geçtiğimiz yazılarda anlattıklarımız çerçevesinde yenilenler, metabolizma ve kilo kavramını tartışmayı amaçlıyorduk. Bakalım bildiklerimiz bizi nereye götürecek, diyet ve kilo ilişkisi konusundaki dağarcığınıza neler getirecek.

2 cevaplar
  1. tuğçe
    tuğçe says:

    Daha önce okuduğum yazılardan birinde gece süt içmenin uyku kalitesini artıracağını okumuştum, sebep olarak “triptofan” gösteriliyordu ama “melatonin”miş asıl kahraman.

    Yanıtla

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

tuğçe için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir