Siyaset neden bu kadar sığlaştı?

Başta Ergenekon dalgaları olmak üzere durmandan değişen gündem, bırakın ekonomik kriz tartışmalarını, yerel seçim öncesi değerlendirmeleri bile etkiler hale geldi. Türkiye aynı gündemle bir hafta geçiremiyor, artarda yaşanan şaşkınlık toplum üzerinde sindirilmişlik duygusundan çok desentizasyon, yani duyarsızlaşma yarattı. Duyarsızlaşma durumu, çok fazla sarsıcı uyaran sonrasında, artık uyaranlara karşı yanıt verememe olarak tanımlanır. Bu durum mecali kalmamak şeklinde algılanabileceği gibi, sersemleme olarak da nitelendirilebilir. Yani duyarsızlaşma fiziksel,  bireysel olabileceği gibi, toplumsal düzlemde de gerçekleşebilir. Dolayısıyla toplumsal duyarsızlaşmanın seçim sonuçlarına aynen yansıyacağını varsaymanız da hatalı olmayacaktır. Bunun ifadesi ise seçime katılım oranının düşmesi şeklinde ortaya çıkacaktır.

Traflı davranma yaklaşımının hatasını fark etmek istemeyen basın dışında herkes AKP iktidarının artık “yalpaladığında” mutabık. Son seçimlerde oyunu AKP’ye vermiş vatandaş da sıkıntı olduğunun fazlasıyla farkında, çünkü sıkıntı politik arenayı aştı, çehresini işsizlik ve yoksulluk olarak gösterdi. Bu durumda gereken, hamasi söylemler, nutuklar, gündemi saptıran bütün unsurlardan arınıp, sorunların çözümüne odaklanmak. Mamafih “sığlık” olarak adlandırdığım şey de zaten bu noktada ortaya çıkıyor. Bu sığlık sadece AKP’ye özgü değil, başta CHP olmak üzere, bütün siyasi partilerin ortak sorunu haline geldi.

Çok değil iki ay sonra yerel seçimler yapılacak. Yerel seçimleri genel seçimlerden ayıran önemli bir unsur vardır, yerel seçimlerde oy sadece partilere değil, partilerin gösterdiği adaylara verilir. Dolayısıyla bir yerde güçlü ve donanımlı bir aday varsa, bu adayın hangi partiden seçime katılacağını belirleyen neden, hangi partinin iktidar partisi olduğuyla da yakından ilişkilidir. Zira Özal döneminde yapılan düzenlemelerle, belediyelerin devletten alacağı katkı payının yeniden yapılandırılmasından bu yana, iktidar partisinden olmayan bir belediyenin çalışmalarını sorunsuz sürdürmesi de olanaksız hale geldi. Dolayısıyla “güçler ayrılığını” ortadan kaldıran bu eski düzenleme, “bizden olmayan belediye rahat çalışamaz” yaklaşımını kural haline soktu. “Kendiliğinden değerli” insanlar iktidar partisinden aday olmayı ister istemez tercih eder durumdalar.

Ne var ki sığlaşma bütün bunlardan bağımsız, olasılıkla birikimli kişilerin siyasetle ilgilenmemelerinden kaynaklanıyor. Bunun sonucunda partiler alternatif politikalar üretemez hale geliyor. CHP’nin izlediği politika bu durumun diğer bir ifadesinden farklı değil. CHP seçime İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara’da ise Murat Karayalçın’la girecek. Her iki isim de önceki kariyerleriyle kendilerini ispatlamış kişiler. Karayalçın’ın zaten belediyecilik deneyimi var. Kılıçdaroğlu ise, olasılıkla kimse hatırlamayacaktır, SSK Genel Müdürlüğü sırasındaki başarılı yönetimiyle kendisi gösteriyor.. Ancak bugünkü duruma baktığınızda, CHP’nin yerel seçimleri yaklaşımının ana unsuru “yolsuzluk dosyaları”. Yolsuzluk kavramının üzerine gidilmesi elbette çok önemli, ancak bütün bir seçim söyleminin “yolsuzluk” kavramı üzerine kurulması ne kadar yeterli, bunu anlamakta zorlanıyorum.

“Öyle olmadığının kanıtlanması” şeklindeki yaklaşım bir bilimsel ispat tarzı olabilir, ancak belediyecilik ya da siyaset alanında daha fazlası gerekmez mi? Alternatif üretiyor olmanın hiç mi değeri yok? Görünen o ki siyasi partiler vatandaşın seçim kriterini değerlendirmede zaaf içerisindeler. İktidar partisi yardımlardan ve Ergenekon sosuna bulanmış dolaylı imalardan medet umuyor. Muhalefet partileri ise seçenek üretmek yerine “yanlışlamayı” (iktidarın söylemlerinin doğru olmadığını) çözüm olarak sunuyor. Bütün bunların nedeni ise siyasi sığlaşma, yani donanımlı kadroların “pislik bize bulaşmasın” ya da “sesimizi çıkartırsak susturuluruz” şeklindeki çekinceleri.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir