Soma

Geçen hafta yaşadığımız Soma faciası elbette hepimizi çok üzdü. Bir kazanın nedenleri, ancak ondan ders çıkarılabilirse bir şey ifade eder. Çıkarılan dersin kalıcı çözüme dönüştürülebilmesi ise bundan çok daha sonra gerçekleşir. Velhasıl bu yazının amacı da bunların sorgulanması değildir. Ama beri yanda bir de kazanın toplum tarafından algılanması vardır. Toplum kötü bir olayı saklansa bile eninde sonunda öğrenir, ancak öğrenmek algılamak ve içselleştirmekle aynı şey değildir. Sorun bizim toplumumuzun algının son iki aşamalarından giderek uzaklaşıyor olmasıdır ki, buna “çözülme” adını veriyoruz.

Tıpkı arılar ya da karıncalar için söz konusu olduğu üzere, toplumlar da aslında bir canlı koloniyi oluştururlar. Topluluktan toplum aşamasına geçmek yaşamak için gereken koşulları bir düzen içinde paylaşmakla olur. Bu paylaşım ortak bir ülküde birleştirilebilirse, o zaman millet, kurallara bağlanırsa bu kez devlet doğar. Artık toplumun başına gelebilecek doğal afet ya da olağan dışı sorunlardan devlet sorumludur. Zira herkes devlete sürdürülebilirlik adına bir katkıda bulunmaktadır, vergi bu katkılardan sadece biridir. Devlet aldığı katkılarla sadece ortaya çıkan sorunların üstesinden gelmekle yetinmez, esas amacı sorunların ortaya çıkmasını engellemektir. Bunu denetimlerle yapar. Toplum da devletin görevlerini yerine getirmediğini denetler, yeterli görmezse onu yöneten kişileri değiştirerek daha iyisinin yapılmasının yolunu açar. Meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, her ne varsa bu amaca yönelik çalışır. Ne var ki bütün bunların gerçekleşebilmesi devleti oluşturan bireylerin eğitimiyle ilişkilidir. Eğitim alma şansına sahip olanların sorumluluğu diğerlerinden daha fazladır.

Derken bir gün her şey değişmeye başlar. Eğitim almış olduğunu zannettikleriniz, eğitimlerinin sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınmaya yüz tutar ya da eğitimsizleri kollamaya ve geliştirmeye değil, ezmeye başlar. Ezilmek nefreti körükler, nefret, nefret edilenleri birleştirir. Eğitimsizler ezilmiş olmaya zaten pirim verirler, sayıları yeterince artmışsa eğitimsizleri seçip sistemin başına getirirler. İşte bu kısır döngünün başlangıcıdır. Bir zamanların ezilmişleri, seçildikleri yönetimin önce kenetlenmiş destekçileri ve çok değil iki adım sonra yeni ezenlerine dönüşürler. Ne var ki ezdikleri eğitimliler değil, eğitimin kendisi haline gelir. Zamanında sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınan eğitimliler de zaten artık işbirlikçileridir. “Her şeyin bir kolayı bulunur”, denetimler kağıt üzerine indirgenirken, hatanın bedeli de giderek büyür.

Eğitimlilerin kendilerini hala bir şey zannedenleri, kuru sıkı muhaliflere dönüşür. Aslında işbirlikçilerdir, verilen ruhsatlarda, alınan rüşvetlerde paydaş ve sırdaş olmasalar da, “neydi o eski güzel devrim günleri” hayalleriyle yetinirler. Zaten beyinleri bağlanmıştır, yapılan her şeye muhalif olmaları da bundandır, yeni bir kapı asla açılamaz. Nitekim hurafenin çeşidi olmaz, eskinin “balo cumhuriyetçileri” bulundukları mevkileri sığındıkları liderlerin mezarlarını ziyaret ederek savunurlar. Fazlasıyla dramatik, bir o kadar da romantik hareketlerdir bunlar. Oysa açıp okusalar vasiyeti, ne yapacakları da zaten yazılmıştır. Heyhat, beyinlerine “baloya gitmek” kazınmıştır, kurultayla yetinirler.

Derken en beteri gerçekleşir, devlete kimi seçerse seçsin bir işe yaramayacağını anlayan millet, dağıtılanlarla avunmaya başlar. “Bilim, bilim” diye satılmış akademi, tavuğun kilosunun üç lira, sütün litresinin bir lira olabileceğini kabul ettiği kelli, can da elbette ucuzlamıştır. Bu koşullarda canın kilosu kaç para olabilir ki sahi?

Çözülmeler genellikle slogan atarak yavaşlar; binlerce kişiye rağmen sessizse hala ortalık, devrim işte o zaman başlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir