Tavuk sanılan, piliç denilen kuş-I
(Ahmet Aydın Ağabeyin değerli anısına ithaf edilmiştir)
- Arka plan, beslenme meselesine bulaşma
Benim beslenme konusunda bundan yaklaşık beş yıl öncesine kadar herhangi bir kişisel hassasiyetim yoktu. Bu konuda okumaya başlamamın nedeni Vatan Gazetesi köşe yazarlarından Mutlu Tönbekici’nin 5 Ocak 2010 tarihli “Yoğurtlar artık niye bozulmuyor?” başlıklı köşe yazısıdır. Yolumu sonrasında rahmetli Ahmet Aydın’la da birleştiren bu yazı, beslenme paradigmasını anlamaya çalışmamın başlangıcı olsa da, “büyük değişikliklerin küçük farkındalıklarla başlayacağı” gerçeğini de idrak etmeme neden olmuştur (Mutlu Tönbekici bu anlamda Newton’dan farklı değildir, herkesin ortak gözlemini o dile getirmiştir). Yazı önüme, yayınlanmasından sonraki hafta sonu anneannemiz tarafından kondu. Yoğurdun eninde sonunda ekşimesi gerektiğini bilen biri olarak bakkaldan satın alıp yediğim yoğurdun aylarca dursa bile ancak küflendiğini bilmeme rağmen, yazının başlığının doğruluğunu, bakkal kardeşim Muzaffer’den aldığım bir dizi ambalajlı marka yoğurdu (ve sonrasında UHT kutu sütü) iki ay bekleyerek yeniden sınadım. Set yoğurt olarak adlandırılan homojenize ambalajlı yoğurdun, UHT uzun ömürlü kutu sütün ve elbette ultrasonik homojenizasyondan geçen ambalajlı ayranların neden ekşimediğini anlamam ise yaklaşık iki yıl sürdü. Bir gıdanın, doğal bozulma yolunu ancak geciktirebilirsiniz, soğutarak ya da kurutarak, ama doğal bozulma (ekşime, çürüme vb.) değişmişse o zaman gıdanın içeriğinin tümden değiştiğini kabul etmek zorundasınız. Bu bilgi ve incelemeler gıdada endüstriyel işlemin en azından bir “sülfür tuzağına” neden olduğu (sülfür gruplarının basınç ve sıcaklığa bağlı çapraz bağlanmaları) çıkarımıyla sonuçlandı, çünkü ben bunu kendi ev laboratuarımda (kabin ve etüv) Biyokimya Anabilim Dalı’ndan aldığım sülfürlü amino asit metioninle tersten test edebildim. Bu konunun detayı Yemezler!’de anlatılır, ama elbette sülfür dışındaki grupların da etkilendiği, bozulduğu zaten bilinmektedir. Sülfür içeren amino asitlerin merkezi önemi insan ve hayvan vücudunda yapılamamalarıdır. Bu bileşiklerin çoğu için yegane sentez mikroorganizmalar, aromatikler için de özellikle bitkilerdir. Dolayısıyla bir Taş Devri Diyeti söz konusu bile olsa, hayvanın bu kaynakları dışarıdan alması zorunludur. Dolayısıyla “halkımızın ucuz protein ihtiyacını karşılamaktan” söz edildiğinde, ki daha çok akademi erbabı tarafından kullanılır, esansiyel amino asitlerin hayvanlarda da sentezlenemediği gerçeğini unutur.
- Tavuk kavramı, piliç bahsine giriş
Tavuk sandığım piliç denen kuş konusunda okumam ise, bu bilgilerin üzerine eklenmiş, farkındalığın artmasıyla ilişkili bir durumdur. Ben sözü edildiği gibi aslında soğan, sarımsak, biberli makarna, yanında mutlaka kaliteli bir peynir ve gerçek yoğurtla karnımı doyuruyorum. Bunu yapamazsam, iyi bir peynir ve gerçek yoğurt ile sade börek de bir seçenektir. Et yemememin nedeni daha çok manevidir, istisnası ikram edildiğinde çıkıntılık yapmamak hassasiyetidir. Bir hafta sonu, kızın elindeki piliç budunun eklem kısmını da iştahla yemekte olduğu gözlemim, daha çok takılmak maksadıyla “onda yenecek bir şey kalmamış ki, nesini kemiriyorsun” sorusunu doğurdu. “Baba ekleminden et fışkırıyor” dedi ki, bu yoruma ancak bir çocuğun gözlerinden varılabilir. Ama “yoğurt aydınlanması” başlamış bir kere, “getir bakayım” deyince, eklemin içinde daha çok romatizmada görülen bir dokunun et olarak algılandığını anladım. Piliç körpe (yani genç), hayvan sağlıklı (yani romatizmasız) olduğuna göre, bunların ne yaptığını araştırmak gereğini hissettim. Konunun bugün vardığı durum bu araştırma ve yorumlama sürecinin öngörebildiğim sonucudur. Bu yazıda sadece yazılı teşekkür ettiğim kişileri ismen anacağım, olan biten anlatılacak, ama hala süren hukuki sürece yeri geldiğinde anmak dışında değinilmeyecektir.
Ülkemizde tavukçuluk aslında hayli eskidir ve aile şirketleri tarafından uygulana gelmiştir. Ne var ki 1990’larda çok hızlı bir endüstriyel beyaz et sektörü doğmuş, 40 günde 2 kilo ağırlığa getirip kesmeyi beceren uluslararası endüstri nedeniyle çoğu firma ya batmış ya da yeni teknolojiyle ortaklığa girmek zorunda kalmıştır. Bu dönem sonrasında da tavuk adı ortadan kalkmış ve hayvanları üreten şirketlerin hepsi markalarında “piliç” adını taşımaya başlamıştır. Tavuk ve piliç birbirinden tamamen farklı sonuçlardır, benim tavukla bir alıp veremediğim yoktur, ama piliç doğaya aykırıdır. Buna karşılık yine de beyaz endüstrisini asla sıkıntıya sokmak istemedim, ama onlara gereken düzeltmeleri yapabilmeleri için de en az iki yıllık bir süre tanıdım. Konunun detayını anlatan yazılar önce Dünya Gazetesi’nde yayınlandı, beşinci yazının çıktığı sabah yaklaşan fırtınayı hisseden endüstri aramak zorunda kaldı.
Ardından ilk buluşma gerçekleşti, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçılar Birliği Derneği (BESD-BİR) Genel Sekreteri arkadaşımız ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden bir öğretim üyesi arkadaşımız (ilk karşılaşmamızda İstanbul Ticaret Odası’nın GDO’ların aslında gerekli olduğuna dair bir yumuşatma panelinde konuşmacıydı) beni büyük bir nezaketle çalıştığım yerde çalıştığım yerde ziyaret ederek üretim yöntemini anlattılar. Onlara verdiğim zahmet için üzüldüğümü, aslında benim gelmemin daha kolay olacağını söylemekle kalmadım, kapıya dek uğurladım. Bana Ross soylarının besleme kılavuzunu verdiler, bir önceki kuş gribi “hezeyanında” 2.5 milyon tavuğun telef edildiğini (çoğu canlı canlı yakılmış ya da gömülmüştür) gösteren Bakanlık belgesini de onlar verdi. Bu endüstriyel üretimin ise son derece kontrollü ve hijyenik olduğunu vurguladılar. Ne var ki anlattıkları tatminkar olmadı, zira en iyi ihtimamla bile 6 ayda büyüyebilen civcivin nasıl 40-45 günde (ve hatta daha kısa sürede) yaklaşık 2.2 kg canlı ağırlığa erişebildiğini açıklayamadılar. Bu bilgilendirmede elbette GDO yem meselesini de konuştuk, lakin GDO yem hızlı büyümeyi açıklayabilen bir unsur değildi.
Beyaz et endüstrisiyle ikinci buluşmamız ise aylar sonra İstanbul Ritz-Carlton Otel’de gerçekleşti, sektörün en büyük sekizi, sahibi ya da genel müdürü düzeyinde katıldı. Onlara da civcivin nasıl 40-45 günde kesilebilecek büyüklüğe geldiğini, neden çok hızlı (neredeyse yumurta hızında) pişebildiğini ve neden eski bildiğimiz tavuklara göre pişme suyunda hiç jöle oluşmadığını sordum. Çok kontrollü hijyenik koşullarda çalıştıklarını ve tesislerini gezdirebileceklerini söylediler. BESD-BİR Başkanı Sait Koca ağabeyim yem alaşımlarını hazırladığı bilgisayar programını da gösterdi. Lakin sonuç değişmedi, aşağıda açıklayacağım nedenlerle sağlıklı beyaz et diye bir kavram olamayacağını, üretim koşullarını değiştirmek zorunda olduklarını anlattım. El sıkışıp ayrıldık.
Sektörle üçüncü resmi görüşmemiz ise İstanbul Üniversitesi Rektörü Yunus Söylet’e sektörün en büyüklerinden birinin yazdığı yakınma mektubu üzerine, Rektör’ün isteğiyle Başdanışman’ın refakatinde 2014 Ocak ayında gerçekleşti. Aynı sorular yine yanıtsız kaldı. “Endüstri tarafından çabuk büyüme amacıyla seçilmiş soylar, yemi kullanma yetenekleri çok yüksek, bütün dünya böyle yapıyor, vs. vs.” cevapları açıklayıcı olmadı, ama ben bu kez meramımı bir kitap bölümü olarak da anlatmıştım. Karşı söylem gelmedi, Başveteriner arkadaşımız gelininin bana inandığını, ona inanmadığını söyledi. Onlara “üretim yöntemlerini eninde sonunda değiştirmek zorunda olduklarını, bizim elimizden gelen bütün desteği vereceğimizi, ama firma olarak değil, BESD-BİR olarak gelmeleri gerektiğini” bir kez daha söyledim, kapıda hepsiyle tokalaştım, Sektörün Altın Kızı’yla ayrıca içtenlikle kucaklaştım. Çünkü çoğunun aksine onda hep şefkat görüyordum, bir yanda elleriyle büyüttüğü endüstrisine duyduğu sadakat, yetiştirdiği öğrencilerine verdiği emek, ama beri yanda bilimin asla örtemeyeceği vicdanından sızan şefkat…
Sektörün akademisiyle son buluşmamız ise onların isteği üzerine İÜ Onkoloji Enstitüsü’nde 20 Mart 2015’te gerçekleşti. Ali Esat Karakaya ve ikisi Ankara Üniversitesi, biri bizden üç veteriner hekim profesör arkadaşımızla enstitü çalışanları ve akademik kadrodan katılanlar önünde tartıştık. Hazırlamış olduğum sunuma, piliçlere Bakanlık direktifiyle 2012’den itibaren bir buçuk yıl formaldehitli yem yedirildiği de dahil, hiçbir şey söyleyemediler. Kendi talep ettikleri toplantıya, “bilseydik biz de sunum hazırlardık” diye hayıflandılar. Bu toplantıdan çıkan tek olumlu söz, Bakanlığın da bir takım değişiklikler yapmak gayretinde olduğuydu. Ali Esat Karakaya ağabeyimi de koridora dek uğurladım, “emekli oluyormuşsun ama çok gençsin, artık gerçek tavuk yetiştiriciliği işine girersin” dedim, gülüştük.
Bilgi alışverişine elbette sonuna dek açığım, ama konuyu önce kendim anlamaya çalışırım, kendi naçizane akıl süzgecimden geçiririm (“Nullius in verba” prensibi, “kelimeleri, söylenenleri kendi akıl süzgecinden geçirmeden inanma”, Royal Society of Science’ın ta Newton zamanında kabul edilmiş mottosudur). Endüstri ile görüşüp bilgi almamdaki bir gerekçe aklımdaki sorulara “kaynağından” yanıt bulmaktı, ama aynı derecede önemli ikinci amaç, kaynağın ne kadar bildiğini anlamaya çalışmaktı. Malum, mesele bilim olduğunda, o konuda ilk sözü söylemiş olanlar esas (ortodoks), diğerleri sapkın (heretik) olarak kabul edilirler. Hele hele sistemin bütününü kontrol edebilir hale gelir, bir de kendinize söylemi gönüllü sürdüren havariler yaratırsanız, tablo iyice ağırlaşır.
Nitekim bugünün “bilimcilerinin” çoğu aslında iyi niyetle bu sınıfa girerler. Büyük kısmının eğitiminde endüstrinin burslarının doğrudan katkısı olmuştur. Ama karşı söylemin ne dediğini okumak zahmetine bile girmezler: “Ortada insanlığın yararı için çalışıp ilaç, aşı, pimapen, izolasyon malzemesi, beyaz et, GDO tahıl vb. üreten bilime dayalı endüstriler vardır. Piliç soylarını yıllar süren meşakkatli çalışmalarla 30 günde kesilebilir hale getirmişlerdir. Üstelik, bunu yapmak için kullandıkları ilaçları da kesimden on gün önce sonlandırarak bünyelerinden temizlenmelerini sağlamaktadırlar. Amaç (“Cim, eğer sen ve arkadaşların kabul ederseniz…”) her zaman olduğu üzere “hâlkın ucuz protein ihtiyacının” karşılanmasıdır” (İlgilenene not: Burada ‘a’ dilin sırtı var gücünüzle damağa yapıştırılarak iyice inceltilir; tamlamanın genel kullanış biçimi “hâlkımızın … ihtiyacı” şeklindedir, boşluğu ‘protein’, ‘demokrasi’, ‘özgürlük’, ‘aydınlanma’ vb. kelimelerle de tamamlayabilirsiniz).
Olan bitenin ve tartışmaların gözlemcisi olup, kendilerini “inanmış ortodoks bilimci” cenaha daha yakın gören, ama aykırılara da “zararlı olduğunu bilimsel araştırmalarla kanıtla bakalım” ya da “bu konuda daha fazla araştırmaya gerek vardır” şeklinde nasihatte bulunan üçüncü bir kesim daha vardır ki, bunlar genellikle kokup bulaşmazlar. Aslında çocuksu tutkuları sürer, ortada dönüp dolaşan topa onlar da girmek istemektedir, bakarsın bir vurursun gol olur, ama oynamak zorunda kaldıkları “hakemlik” rolü topa müdahale etmelerine olanak tanımadığından, tartışmayı da hiç anlamadıklarından “hâlkımızın … ihtiyacı” sözünü daha ziyade onlar kullanır. Eh, endüstrilerin ticaretini yaptıkları konuda doğrudan bir şey söylemeleri zaten uygun düşmez, “hakemler sınıfı” bu gibi durumlarda konuşulması için yetiştirilmiştir.
- Ulusal Kanser Kongresi’nin konuyu tartışmayı reddedişi
Süt, yoğurt ve piliç konusundaki analizi (bu yazıda pilici anlatacağım) 20. Ulusal Kanser Kongresi’ne (2013) gönderdim, görüş almak içi değil (hiç dinlemeyip, yazdıklarını okumayıp, “yine akşam televizyondaydın” diyen bir bilimci camiadan ne görüşü alabilirsiniz) sadece endüstrinin yaklaşmakta olduğunu hissettiği fırtınanın etkisine bir şemsiye olabilsin diye. Bildirilerin başlıkları “Aşırı işlemden geçmiş (homojenize ve UHT) süt tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi”, “Endüstriyel (homojenize) yoğurt tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi” ve “Endüstriyel tavuk (piliç) tüketiminin, kanser hastalığındaki artışla ilişkisinin analizi“ şeklindeydi.
Üçünü de geri çevirdiler, verilen cevap “…başlıklı bildiri özet(ler)iniz bilimsel komite tarafından değerlendirilmiştir. Üzülerek ifade etmek isteriz ki bildiriniz almış olduğu puanlar neticesinde gereken baraj puanını geçemediğinden kabul edilememiştir” şeklindeydi. Değerlendirmeyi Bilimsel Kurul Sekreteri arkadaşlarımızın bizatihi yaptığını sanmıyorum. Ama neticede 20. Ulusal Kanser Kongresi ve bilim erbabı, arttığını bal gibi bilip, şevkle paraya tedavül ettikleri uğraşı alanları olan hastalık konusunda olası bir başka görüşü dinlemeyi reddettiler.
Bütün bunları neden anlattım? Piliç meselesi sadece TV ekranlarından beyanat verilen ve temel güdüsü “hâlkımızın ucuz protein ihtiyacının engellenmesi” olan bir konu değildir. Konunun bir arka planı da vardır, bu meseleler endüstriyle doğrudan konuşulmuş, bilime dolaylı sundukları katkıdan ötürü Başkan’ın nezdinde endüstriye “yazılı” teşekkür edilmiş, ama sorun “bizatihi üretim yönteminin kendisinden kaynaklanan bir açmaz” oluşturduğundan “değişim” dışında seçenek bulunmadığı kanaatine varılmış ve bu da deklare edilmiştir. Buna karşılık endüstri ve dayanak aldığı akademi onlara tanınan en az iki yıllık değişim sürecini polemikle geçiştirmeyi seçmiş, gazete ilanlarından kamu spotlarına kadar elindeki her türlü olanağı kullanmıştır.
Benim ikna edici olmak açısından gücüm nedir, birkaç uzun gece yarısı tartışması ve belki haberlerdeki birkaç dakika mı? Hayır, benim elimdeki güç halkın hala taze olan tavuk hafızasıdır, iyi şeyler olacağına dair umududur, her daim onların yanında olduğuma ve olacağıma dair güvenidir. Ben bu güveni boşa çıkarmamak uğruna elimden geleni yaparım, yeter ki iyi şeyler olacağına dair umutları sönmesin.
Yüreğinize sağlık hocam. İyi ki sizler gibi halka karşı sorumluluk duyan değerli bilim “insan”ları yetiştirebilmiş bu coğrafya. Umudu esasen bilinçle birlikte sizler siz aşıladınız bize. Düşünüyorum da siz gibi, rahmetli Ahmet Aydın hocamız gibi bilim insanları olmasa çocuklarımızı büyütürken farkında bile olmadan onlara ne çok zararımız olacaktı. Bir zamanlar ucuz protein diye o tavuk taklidi yapan şeyi haftada 3 gün sofradan eksik etmeyen, her nevi işlenmiş market gıdasını dolapta bulundurup tencere yemeğini günden güne azaltan, piyasanın ideal tüketicisi olarak bunun daha çok farkındayım. Yazık ki çok geniş bir kitle hala böyle yaşıyor, milyonlarca çocuk böyle besleniyor. Sizlerin birikimlerinize olan ihtiyacımız ortada. Her şey bir tarafa, çocukların sağlığı için sizin gibi bilim insanları lazım bize. Çok uzun bir ömür diliyorum size..
Selamlar…
Yavuz Hocamızın samimi, dürüst yazıları daha bilinçli bir hayat yaşamaya yardımcı oluyor. Keskin zekanıza, mert ve cesur yüreğinize sağlık Hocam. Ömrünüz uzun olsun İnşaAllah !
Tebrikler beyefendi. Ben de herkesi vegan olmaya davet ediyorum.
Hocam detaylı açıklamanız ve bu dünyadaki en değerli varlığımız sağlığımız için verdiğiniz emeklere teşekkür ederiz. Size ulaşabildiğimiz sürece bilinçlenebileceğiz. Lütfen bildiklerinizi bizlerle paylaşmaya devam edin.Emin olun sizi takip eden ve ailesine bu kıymetli bilgileri aktaracak bir çok anne var. Bizlerden ümidinizi kesmeyin. İnşallah güzel günler göreceğiz.
Hocam iyiki varsınız ilgiyle takip ediyoruz sizi Allah size hayırlı sağlıklı ömür versin ki halkımız giderek bilinçlensin zaten halk sağlığını düşünen sayılı kişilersiniz Napıcaz bilmiyorum evladıma ne yedşreceğimizi şaşırdık doğal hiç kalmadı ki sebzeler mevsiminde olsa bile bi garip ya Allah yardımcımız ve yardımcınız olsun hakkınızı helal edin bu endüstriye güç yetmez okullarda kutu süt dağıtılmasının yasaklanması lazım neslimizi bitirmek istiyorlar hepsi bi düzenin oyuncuları devletimiz bile halkını düşünüyo sizler uyandırıyorsunuz uykudan ama hala gdo ya serbestlik veriyorlar şeker pancarımın üretilmesini engelliyolar tarımı bitiriyorlar vs…konulacak çok şey var ama napalım bilmiyoruz
Devletimiz bile düşünmüyor demek istedim yukarıda
Sevgili Yavuz hocam. Endüstriyel devrimin ardından insanlığa, -mış gibi yapılıp kakalanan şeyler bugün başımıza dert. Cesaretinin karşılığı kırsalda vücut buluyor. Etik gıdaya ulaşmak için insanlara çaba göstermelerini öğretiyoruz. Bir gün misafirimiz ol. Gerçek tavuklar seni bekler. Sevgilerimle.
“Nullius in verba” Newton un dünyayı etkileyen insanlardan biri olduğu aşikardır. İlminden faydalanmak, merak etmek insanlık borcumuzdur. Çabanızı; karanlığa gömülmemek, semer vurulmamak adına teşekkür ederim.
Bizde bu yolda sizleri hiç yanlız birakmayacagiz ne pahasına olursa.olsun, gerekirse Ac kalır onların ürünlerini yemeyiz içmeyiz, açlık sağlıktır.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözünün güzel örneklerinden biri olmuş yazınız. Siz “onuncu köy” ün kurulmasını sağlıyorsunuz
Söylediklerinizi ilk duyduğum andan beri “can kulağı ile” dinleyenlerdenim. Dinlemek yetmiyor, duymak ve anlamak gerekiyor. Anlamaya çalışanlardanım
Nasıl ve neden bu mücadeleye başladığınızın tam hikayesini de hep merak etmişimdir. Bu yazınızla bu merakamı da giderdim.
Verdiğiniz mücadeleyi takdir ediyor, aldığınız sonucucu çok kaydedeğer buluyorum. Verdiğiniz emek kesinlikle boşa gitmiyor bir tek kişi dahi -ki bir çok kişi var- sayenizde bilinçlenip sorgulamaya başlasa büyük kazançtır.
Sağolun, varolun.
İnandığı (araştırdığı, analiz ettiği, deneyimlediği diyelim) dışında bir şey söylettirilmeyen çok az kişi var maalesef günümüzde. Bu nedenle de çok değerlisin. Bu görüşler kısıtlı bir ortamda kalıyor, az insana ulaşabiliyor diye düşünmüyorum hiç. Evet para (ve dolayısıyla güç) kazanmak için yapamayacakları hiç bir şey olmadığını görüyoruz. Milyonlarca insanın ölmesi ya da ölümcül hastalıklara yakalanmasını hiç önemsemediklerini görüyoruz açıkça . Medya, akademik kadrolar, kendi belirledikleri politikacılar her şey herkes hizmetlerinde ama yine de doğruların gün ışığına çıkması engellenemez, geciktirilebilir sadece. Eğitim çok yavaş işleyen bir süreçtir. İşe yarayacaktır.
Sayın Yavuz Dizdar beyefendi. Ben 2013 yılında mezun olmuş 2 yıllık bir veteriner hekimim. Size bir çok tv Kanalı’ndan ulAşmak istedim olmadı. Umarım beni kaale alırsınız ve bu yazıyı okursunuz!
Kanatlı hayvan sektöründeki karalama kampanyanızı çirkin bulmak ile birlikte bilimsellikten bu denli uzak olduğundan sizi kınıyorum. Sizinle istediğiniz alanda tartışmaya hazırım. Piliç diye karaladığınız tavuklara birazdan değinmek ile birlikte önce yumurta meselesine gelelim!
90 lı Yılların sonunda ABD de fast food patlamasıyla ortaya çıkan bir enfeksiyon var E. Coli adını duymuşsunuzdur alt tipleri var o:157h:7 mesela insan sağlığı için çok tehlikeli Öldürebilir. Gelelim yumurta ile alakasına, yumurtanın Çıktığı yer malumunuz, E. Coli Dediğimiz adi bakterinin de yaşam alanı maalesef Bağırsak florası. Klorlanmasına takmışsınız sanırım bir bilim insanına takıntı yakışmasa da özetleyim. Klor bilinen en eski ve en sağlıklı dezenfektandır. Türk Standartları enstitüsü bunu kabul eder ve belirli değerlerde izin verir ve hatta önerir. Hatta ve hatta şebeke sularına klor katılır.
Gelelim meseleye klordan korkuyorsanız benden size tavsiye duş filan almayın bırakın duşu Çeşme suyuyla elinizi dahi yıkamayın. :) sayın Dizdar mail adresim açık. İstediğiniz her konuda sizinle tartışmaya hazırım zira siz bilim değil filim insansınız kanaatimce. Insanları kandırmaya çalışmadan önce biraz araştırma biraz çalışma yapınız lütfen. Zira Türkiye ekonomisini baltalıyorsunuz! Vatan hainliğine kadar gider bu durum. Iyi günler
YAVUZ DİZDAR TÜRKİYE KANATLI ET SEKÖRÜNE NEDEN İFTİRA ATAR?
Sayın Yavuz Dizdar İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nde çalışan mütevazı bir uzman akademisyendir. Kendisi doçentlik tezini hazırlamak için uğraşacağına, işini gücünü bırakıp kanatlı et sektörünü araştırmaya yönelmiştir. Bu konuda, internetteki kişisel blokta ve kitapevlerinde çeşitli makaleleri yayınlanmaktadır. Kanatlı et sektöründeki yatırımcı ve çalışanlardan büyük tepki alan, yüklü tazminat davaları ile karşı karşıya kalan Sayın Dizdar, mesleğinde intihal yolu ile çok çabuk yükselebileceği gibi, bol bol kemoterapi ilaçları yazarak sevilen, aranan bir doktor olabilirdi. Fakat bu yolu seçmedi.
Kitap okuma oranının 0,01. olan ülkemizde, kitaplardan kazandığı geliri, özellikle kanatlı hayvan sektörüne iftira atarak, kolay ve çabuk zengin olma yolunu seçmiş olabilir mi? Hayır. Olamaz. Eğer kolay yolu tercih etmiş olsaydı, intihal yolu ile mesleğinde yükselmek daha kolay ve riski az olurdu. Zor olan ise kitap okuma alışkanlığı yerleşmemiş toplumumuzda, her on kitapçıdan ancak birinde bulunabilen kitabını, 20 TL. fiyat ile satıp, halkı bilinçlendirmek için çaba gösterebilmesidir.
İFTİRA sıfatı çok zengin olan siyasi literatürümüzde biraz da su katarak, kibarca “çamur atmak” olarak tabir edilir. Çamur atmak gelişmekte olan toplumlarda çok sık kullanılır, değişik yöntemleri vardır.
İşte size, bir çamur atma hikayesi daha
Minik bir kuş kıştan kaçıp ılıman bir iklime ulaşmak için güneye doğru uçuyormuş. Fakat uçtuğu güzergah o kadar soğukmuş ki, havada donmuş ve bir taş gibi tarlanın ortasına düşüvermiş.
Yarı bilinçli bir şekilde tarlanın içinde yatarken, bir inek gelip kuşun üzerine dışkısını bırakmış.
Sıcak tezek, kuşun donan kanatlarını, kaslarını yumuşatmaya başlamış.
Ölümün kenarından dönen kuş, çok keyiflenmiş bu işe, tezeğin içinde sevinçli bir şekilde kıpırdanmaya başlamış. Keyiflendikçe keyiflenmiş; Başlamış bir şarkı söylemeye…
O sırada tarlanın yanından geçmekte olan bir kedi, bu neşeli şarkının nereden geldiğini araştırmaya başlamış. En kısa bir zamanda da tezeğin içindeki kuşu bulmuş tabi…
Bir hamlede, kuşu tezeğin içinden çıkarmış. Sonra da afiyetle yemiş.
Not: Bu kıssayı anlatmaktaki amacım çıkarılacak 2 derstir.
Üzerinize pislik/ çamur attığını DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ! birisi DÜŞMANINIZ! Olmaya bilir.
Ve, sizi pisliğin içinden alıp çıkaran herkes DOSTUNUZ! Olmaya bilir.
Bu yazım kanatlı et sektöründe, namusu ve alın teri ile 7/ 24 çalışıp evine ekmek götüren tüm emekçi dostlarıma; Sayın Yavuz Bey’in söylediği “HAKKANİYETLİ, BAĞIMSIZ VE SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAŞAM ” dileği ile itilaf olur.
Gerçek vatansever aydınlar, bilgilerini paylaşırlarsa rahatlar…
Ben de iki üç sene öncesine kadar iyi bir tavuk tüketicisiydim. İtiraf edeyim hala da zaman zaman özlüyorum :) , ancak sizi okuyup, dinledikten sonra artık yemiyorum. Tavuk yemeyenlere ne deniyor bilmiyorum ama işte biz ailecek öyle olduk . Büyük kızım beş yaşına kadar yediği için hala bazen kanat yemek ister, ama küçük kızım neredeyse tadını bilmediği için verseniz de yemez. Artık sütü mahalle sütçüsünden alıp mutlaka kendim mayalıyorum. Yakın çevremden tepki aldığım oluyor “sanki bu şekilde çevrendeki yüzlerce zararlı gıdadan koruyabilecek misin?” diye. Fakat geçenlerde çok erken bir yaşta (dokuz) ergenliği başlayan kızı olan tanıdığıma doktorun “tavuk yemesin” dediğini duyduğumdan beri iyi bir şey yaptığıma dair inancım pekişti. Bizi aydınlattığınız için teşekkürler.
Yazık. Sizin bu zırvalarınıza inanan insanları her platformda görmek ziyadesiyle üzücü.
hangi bilginle yazıyorsun bunları.Kariyerin nedir?Bilgi sahibi olmadan görüş sahibi olmak beynini kiraladığını gösterir.izden bilgi dolu açıklama bekliyorum?
eren’rümuzlu kişiye yazılmıştır
Yazınızı bugün okumak nasip oldu ve Ahmet Aydın hocamızın vefat ettiğini öğrendim çok üzüldüm yoğurtla ilgili gerçekleri ilk kendisinden öğrendim ve artık yoğurdumu kendim yapıyorum çok değerli bir insandı programları izlerken kendisini ne zaman davet edecekler diye düşünürken yazınızla birlikte acı haberi öğrendim Allah rahmet eylesin.Sizi de aynı dikkatle izliyorum verdiğiniz bilgiler ışığında beslenmeye çalışıyorum bizler sizleri daha çok izleyerek doğruları öğrenmek istiyoruz samimi konuşmalarınız izlenmenizdeki en büyük etken Allah size sağlıklı uzun ömür nasip etsin bilgilerinizden daha çok faydalanalım hayırlı işleriniz olsun Allah a emanet olun.
Hocamı eleştiren, bilimsellikten öte bulan arkadaşlar. Hiç hayatlarında tavuk çiftliği görmüşler mi? Biz ilk kuş gribi sürecinde serbest dolaşan hayvanlarla ilgili haberleri izleyince peşinden ne gelecek dedik.
İyi şeyler geldi gözüktü ama şekil şartları iyileşti. Normalde 1 yılda büyüyen hayvan genleriyle oynarak, yemine çeşitli kimyasallar katarak 30 günde büyür hale geldi. Hayvancağız hep gündüz zannetsin, hep yem yesin diye ışık açmayı bu süreçte öğrendik.
30 günden sonra tüm tavukları firmaya teslim etmezsiniz. 20-30 standart dışı hayvan size kalır. Siz beslemeye devam edersiniz. Bunlar 15-30 gün daha yem yer. Sonra kesmeniz lazım gelir. Çocukken ilk obozite kelimesini besi tavuğunda öğrendik. Hayvanların durumu acınasıydı. Yürüyemez hale gelmişlerdi. Kesip kesip yidik gari. Türkiye’de birçok sektörde ilişkili bir insan olarak ne yazık ki birçok şeyi görmeme rağmen konuşamıyorum, yazamıyorum. Özellikle Türkiye’de gıda terörü diye bir törer var. Bence PKK kadar tehlikeli. Gıda sektöründe imalatçı bir arkadaşım bunda 5-6 yıl önce sucuktan nasıl zengin olunuru, sosis ile ekmek satmanın arasındaki fark gibi konularda dalga geçiyordu. Sosise sonunda devlet bir düzenleme getirdi. Sucuk konusu da medyatik. Şeker şurubu o kadar yaygın ki en büyük markalar kullanıyor. Denetleme organlarınında elleri bağlı. Ya kariyer hırsı, ya da maddi çıkarlar hepimizin elini, vicdanını bağlıyor.
Hocam bildiğiniz, inandığınız doğrular peşinde gidin. Kanser bir zengin hastalığına dönüşmüş. Kanser hastasını düşürme değilde şu aşamada genel kanı kanser hastasını yaşatma. Burada da tabii maddi imkanı olan, zengin olarak daha konforlu bir tedavi görüyor. Diğerlerinin durumu kötü. :-( Öğrenciyken onkoloji servisine gitmiştik. Arkadaşlar psikolojik destek veren çalışmalara imza atmıştı. Birşeyler başımıza gelmeden farkında olmalıyız.Bu dönemde psikolojik destek önemli.
Bir de herkes bilmiyor mu, hoca mı biliyor diyenlere duyurulur! Abim kanada da yaşıyor. Aile hekimine babamın kanser tanısı noktasında bilgi almak için aradığında hemen sana da kolonoskopi yapılması gerekir diyor. Bizimde aile hekimimiz var. Babam için kan tahlili istediğimizde hayır misafir hastaya kan tahlili yapamayız diyor. Sağlık ocağındaki hemşire yüzünüze kapatıyor. 0 yönlendirme 0 yardım.
Sayın dizdar. Bir broiler üreticisi olarak sizi kınıyorum. Buyrun bigun tesisime beklerim. Her şekilde sorularini açıkca bir sekilde cevaplayabilirim.
Dunya da tavuk uretimleri farkli midir ?
Bu turkiyeye ozel bir durum mudur?
Avrupalilar amerikalilar tavuktaki tehlikeyi farketmemiste siz mi farketmissiniz?
Yıllardır söylediğim bir sözdü ” topraktan 40 günde ot bile yetişmezken nasıl tavuk dediğimiz ama aslında sadece kanatlı diyebileceğim canlı 2 kilonun üstüne çıkıyor ?
Sağlıklı beyaz et diye birşey gerçektende yok aslında , tavuğun kendine özel bir sarı derisi , butlarının yanları açık kahve renginde beyaz eti sırtında küçük bir miktar olurdu , haşlandığında suyu mis gibi kokar, jöleli bir tatlı gibi donardı.Sözunüze katılıyorum , bizler o tavukların şeklini , kokusunu vede tadını iyi biliyoruz ,
Tüm emek ve ugraşlarınız için müteşekkiriz .
Allah seni korusun , araştırıp ,okuyup öğrenip öğrettiğin sağlıklarına katkıda bulunduğun her insanı mutlu ettiğin kadar mutlu olursun.
Her bilginin her kelimesi sana sağlık sıhhat olarak geri dönsün inşallah dr.um
Teşekkürler Yavuz Bey.Ben sizinle tanışmadan önce AİDİN SALİH hanımefendi ile tanışmış ve GERÇEK TIP:YİTİK ŞİFANIN İZİNDE kitabını okumuştum.Kendisi vefat etti .Aklın yolu birdir der atalar.Sizi şimdi daha iyi anlıyorum.Çabalarınızın devamını bekliyorum.