Zararlı maddelere karşı vücudun savunması: Toksinlerin tutulması ve ayrıştırılması

Beslenme konusunda özellikle tarım ilaçlarından kaynaklanan bir sorunumuz olduğu giderek açıklık kazanıyor. Buna karşılık insan ve hayvan vücudu bu tür kimyasallara karşı tamamen savunmasız değil, aksi takdirde yaşamın sürdürülebilmesi mümkün olmazdı. Daha doğar doğmaz vücudumuza yabancı pek çok maddeyle karşı karşıya kalıyoruz. Bunların bir kısmını anne sütüyle bile alıyoruz (anne sütündeki tarım ilaçları konusunda yapılan pek çok araştırmadan daha önce de söz etmiştik), buna karşılık bebek normal gelişimini sürdürüyor. Öte yandan hastalanmamız durumunda kullanılan ilaçlar da aslında vücudumuza yabancı maddeler, ancak etkili olmalarının ardından bir şekilde zararsızlaştırılıyorlar (detoksifikasyon). Bu zararsızlaştırma işlemi daha çok karaciğerde gerçekleştiriliyor, madde parçalanıyor ve safra ya da böbrekler aracılığıyla uzaklaştırılıyor. Ne var ki bütün bunlar dışında vücudun sürekli etkisinde kaldığı kimyasal adıyla yükseltgenme-indirgenme (redoks) reaksiyonları var. Bu reaksiyonlar normal işlevlerin sürdürülmesi sırasında da ortaya çıkıyor ve yan ürün olarak meydana gelen maddeler vücudun normal molekülleri için de hasar verebilen özelliklerde. Bu tablonun bütününe “oksidatif stres” adı veriliyor. İnsan ömrünün önceden programlanmış bir yaşı olup olmadığı henüz bilinmese de, yaşlanmadan sorumlu tutulan başlıca mekanizma DNA ve proteinlerin bu sırada hasar görmeleridir. Alkolün olumsuz etkilerinin bir nedeni de bu mekanizma, özellikle aşırı miktarda alınan alkol, oksidatif stres kaynağı ve arada çıkan maddeler zarar verici özellikle gösteriyor.

Kimyasallardan korunmadaki temel kural yeterli beslenmedir

Ancak yeniden vurgulayalım, vücut bunlara karşı tamamen savunmasız değil. İşte bu noktada ortaya çıkan en önemli savunma sistemi ise glutatyon adı verilen bir molekül. Glutatyon beyin dahil bütün dokularda bulunmakta, aslında aktif sülfür grupları içeren üç ayrı molekülün birleşmesinden oluşuyor. Normal koşullarda indirgenmiş halde bulunuyor ve doğrudan ya da yan ürün olarak ortaya çıkan zararlı ürünleri tutarak etkisizleştiriyor (1). Bu etkisizleştirme mekanizması tarım ilaçları için de geçerli. Tarım ilaçlarının aktif ürünlerini de glutatyon tutuyor ve ortadan kaldırıyor. Ne var ki glutatyonu oluşturan moleküllerden biri (sistein) vücutta yapılamayan bir amino asit olan metiyoninden sentezleniyor, o nedenle aslında dışa bağımlı. Sisteinin sentezlendiği metiyonin ise dışarıdan alınmak zorunda. Bu noktada mesele bir açmaza dönüşüyor. Esansiyel amino asitler insanda olduğu gibi, hayvanda da sentezlenemiyorlar, sadece bitkilerde ve bakterilerde sentezlenebilmekteler. İnsan dahil bütün canlılarda etkin olduğu bilinen yaklaşık 20 amino asitin yaklaşık yarısı dışarıdan alınması gereken (esansiyel) amino asitler. Hayvan ve insan vücudundaki tiroid hormonlarından tutun, sinirler arası iletişimi sağlayan bir dizi molekül bunlardan sentezleniyor. Bu moleküllerin bitkideki işlevleri kısmen farklı, kısmen de bilinmiyor. Esansiyel amino asitler içerisinde yer alan aromatik yapılılar bitkiye özel kokusunu, tadını veren grup; bitkide bunlardan sentezlenen flavonoidler de koku ve tad veriyor, ancak insan için kanseri durdurucu etkiler de dahil pek çok etkiye sahipler. Açmaza giriyoruz dememin de nedeni bu, aldığımız meyve görüntü olarak iyi olsa da, koku ve tat içeriği yetersiz ise, bu durum flavonoid sentezinin yeterince tamamlanmış olmadığını gösteriyor. Biz meyveyi yiyerek bir miktar kaloriyi şeker olarak alıyoruz, ancak besleyici unsur eksik kalmış oluyor.

Temel koruyucu molekül olan glutatyon yapımında ise dışa bağımlıyız

Glutatyon açısından da dışa bağımlıyız, sistein ve metiyonin kaynağı daha çok sebzeler, yani soğan, sarımsak, ıspanak, roka, kırmızıbiber, “çimlendirilmiş” mercimek. Dokuların glutatyon içeriği de her zaman aynı değil. Bunun bir nedeni beslenmeyle dışarıdan alınıyor olması, bir diğer nedeni ise psikolojik stres dahil pek çok durumun glutatyon miktarıyla etkileşmesi, azaltması. Örneğin deneysel bir stres modeli olan “hareket kısıtlaması” farelerde sadece karaciğer gibi iç organları değil, beynin glutatyon içeriğini de azaltmakta. Hayvan hiç hareket edilemeyeceği kadar dar bir yere günde üç saatliğine sokulduğunda (sıçanlar için genellikle beş santim çapında ve on santim uzunluğunda silindirik bir kafes kullanılır), bir hafta içerisinde glutatyon miktarı ciddi azalma gösteriyor (2). Glutatyon vücudun kimyasal reaksiyonlardaki ana koruyucu molekülü olduğuna göre, aslında bu durum aşırı üzüntü durumunda neden hızla hastalanıldığını da bir yerde açıklıyor. Kanser dahil pek çok hastalık aşırı üzüntü ile tetikleniyor. Vücut kendi glutatyon depolarını hızla tüketiyor, dışarıdan alınanlar da yetersiz kalırsa, aslında bıçak sırtında sürdürülen yaşam dengesi birden olumsuz tarafa doğru yıkılıyor. Peki, insandaki glutatyonun kaynakları neler, besinlerle artırılabiliyor mu? İşte bununla devam edeceğiz.


Kaynaklar: (1) Mytilineou C, Kramer BC, Yabut JA. Glutathione depletion and oxidative stres. Parkinsonism and Related Disorders 2002; 8: 385-387. (2) Madrigal JLM, Olivenza R, Moro MA et al. Glutathione depletion, lipid peroxidation amd mitochondrial dysfunction are induced by chronic stres in rat brain. Neuropsychopharmacology 2001; 24: 420-429.

Önemli notlar: (1) Geçtiğiniz hafta bir doktor arkadaşımız bıçaklanarak öldürüldü, iki ayrı arkadaşımız da cebren saldırıya uğradı. Doktorların kendi meslekleri konusunda sıkıntı yaşadıklarını zaten sık sık dile getiriyoruz, ancak duyarlı olanlar için bile mesleği icra etmenin giderek zorlaştığı açık. (2) Türk Hematoloji Derneği “Dikkat lenfoma çıkabilir” kampanyasına ilişkin bir açıklama göndermedi, beklemeye devam ediyoruz. (3) Bir piliç firması, geçtiğimiz hafta sonu gazetelere ilan vererek “hayvancılık sektörünü uzaktan bile tanımayan bir radyasyon onkolojisi uzmanı…”şeklinde açıklamada bulundu. Açıklamada kastedilen radyasyon onkolojisi uzmanı ben isem halkla ilişkiler yöntemlerini de yeniden gözden geçirmelerini öneririm. Zira en başında da söyledim, bu bir “büyük düzeltmedir”, amacım kimseyi kırmak ya da zora sokmak değildir. Üstelik 24-25 Ekim 2007 tarihlerinde Kuzey Karolina’da düzenlenen Broiler Breeder and Hatchery Management Conferece’da da (Broiler Besicileri ve Civciv Üreticileri Yönetim Kongresi) söylenen bize tavuk olarak sunulan “bu kuşların birkaç yıl öncesininkinden bile farklı olduklarıdır” (“The Ross/Cobb/Hybro/Hubbard broiler of today is a different bird to the one used even a few years back”). Bu kuşların zaten tavuk olmadığını endüstri de söylüyor, “bunlar piliç” diyor. O halde genel kurallar her zamanki gibi geçerlidir: “Her kuşun eti yenmez.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir