Geçen hafta Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Menderes Türel ile görüşmemizden söz etmiş ve “içki krizi” konusu da dahil olmak üzere kişisel samimiyetine inandığımı söylemiştim. Başkan Türel ile konuşmamız kuşkusuz bu konuyla sınırlı değildi, Antalya Film Festivali’nin, Antalya-, Avrasya Film Festivali ve Uluslararası Film Fuarı şeklinde üç ayaklı hale gelmesi için özel çaba harcadıklarını söylerken, aslında festivalin Antalya’nın uluslararası marka değerine olacak olan katkısın konusunda haksız sayılmazdı. Muadil örnek olarak Cannes gösterildiğinde, 200’ü yabancı olmak üzere toplam 600-700 konuğun ağırlandığı bu festivale 2 trilyon harcanmış olmasına “çarçur etmek” olarak bakılmaması gerektiğini söylüyor, büyük bir kısmı sponsorluklarla sağlanmasına karşılık, 517 milyar farkla çok daha kapsamlı bir festival yapılmış olmasının eleştiri konusu olmaması gerektiğini dile getiriyordu. Bu görüşe katılmamak mümkün değil.
Lara Kundu yolu için ise bölgedeki otellerle konuşularak yatak başı 625 dolar verilmesi önerilmiş, üstelik bunu bölgedeki turizmciler önermişler. Ancak toplanması gereken 12,675 milyon doların sadece 6 milyon doları toplanabilmiş, geri kalanı Turizm Bakanlığı bütçesinden aktarılan fon ile kapatılmış. Bugün için Lara-Kundu turizm yolu olarak adlandırılan bu yol için otel sahiplerinin 3 milyon 675 bin dolar ödenmemiş taahhütleri var. Yolun yapımını MNG üstlenmiş, ancak iş ihale ile verilmiş. Proje 3 Kasım seçimleri öncesi yapılmış olmakla birlikte, Başbakan Erdoğan’ın Antalya’yı ilk ziyaretinde 8 trilyon ödenek ayrılmış, zaten turizmciler tarafından taahhüt edilen kısım da bu ödeneğe rağmen kalan açık kısım. Benzer sıkıntılar elektrik konusunda da yaşanmış, eksiklik aktarılan bir trafo ile çözülmüş.
Turizm açısından en önemli sorun olan kanalizasyonun arıtma yapılmaksızın denize akıtılması konusu daha önce yapılmış olan arıtma planı üzerinden çözülmeye çalışılmış. Önceki plan çerçevesinde Muratpaşa Belediyesi’nden 400 dönüm arıtma alanı alınmak istenmiş, ancak belediye, “orman alanı içinde ağaç katliamı müsaade etmeyiz” şeklinde açıkla yoluna gitmiş. Ağaç kesmeyeceğinin, New York örneğinde olduğu gibi yer altına bir projenin yapılacağının vaat edilmesine karşılık yerel belediye vermemekte direnmiş. Böyle olunca, Orman Bakanlığı tarafından 100 dönüm devredilmesi ile sıkıntı aşılmış. Tesisin temeli iki hafta önce atılmış, Mart 2006 sonunda ön tesisin yapılmış olacağı tahmin edilirken Orman Bölge Müdürlüğü şikayet üzerine inşaatı durdurmuş. Ankara’nın müdahil olmasıyla birlikte meselenin çözülmesine karşılık inşaat halen verimli biçimde ilerletilemiyor.
Antalya Belediye Başkanı’nın anlattıkları aslında genel olarak olup biten konusunda da fikir vermekte. Benim anladığım, siyasi alıp-verememezlik belediye hizmetlerine istemeden de olsa yansıyor. Siyasi görüşlerin, yaklaşım biçimlerinin kuşkusuz tartışılacak çok yönü olabilir. Buna karşılık halka verilen hizmet ve genel altyapı çalışmalarının, hele turizm gibi yansımalarının olduğu bir durumda siyasi inançlara endekslenmemesi gerektiğine inanıyorum. İktidar olan partiler, yapılabilecek her şeyi kendilerinin yapabileceğine, muhalefetteki partilerse yapılan hiçbir iyi şeyin olamayacağına inanmak istiyorlar. Bu durumun yansıması, hiç iş yapılamaz hale gelinmesi ki, iktidar-muhalefet çekişmesinde bir de tabiri caizse “dalaşma” ortaya çıktığında yerel yönetimlerin genellikle parti yaklaşımının dışına çıkmamaktalar. Oysa siyasetin fanatizmle bağdaşmadığı gibi, kamu hizmetleri de fanatizm kısırlığına takılmamalı. Alkollü içki yasağı tartışmalarının Antalya ve dolayısıyla ülke turizmine verdiği zarar nasıl kolay telafi edilemezse, siyasi fanatizmin yaratacağı gecikmenin de kısa sürede giderilmesi mümkün olmayacak.