Bu hafta ekonomik olarak büyük atılımlar yapmış bir ülke olan İrlanda’dayız. Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği (AİFD), özellikle ilaç sanayi açısından büyük yatırım almış olan İrlanda örneğini yerinde incelememiz amacıyla Dublin’de yoğun bir toplantı dizisi gerçekleştirdi. Size bu toplantılardan izlenimlerimizi aktaracağım. İrlanda’nın öyküsünü önce rakamlarla ifade etmeye çalışayım. 1980’ler birkaç yüz milyon dolar olan ihracat 2004’e varıldığında 37.5 milyar dolara ulaşmış. Aynı şey ilaç için de geçerli, İrlanda bugün 18.8 milyar dolarlık ilaç ihracatı yapıyor, bu rakam bizim ülkemiz için (ki gelişmiş bir ilaç endüstrimiz var) 230 milyon dolar seviyesinde. Dolayısıyla İrlanda hem yabancı sermaye çekme açısından hem de Ar-Ge için yarattığı ortam açısından dikkat çekiyor. Kısa süre önce yazdığım bir dizi yazıyı hatırlayacak olursanız, aslında gerek kaynaklar, gerekse insan gücü açısından bizim de Ar-Ge’ye yönelik bir sanayiyi yapılandırmamız aslında hayal değil.
Ama nasıl? İrlanda’da değişiklikler 20-30 içerisinde meydana gelmiş. Sürecin başlangıcında başlıca ihracat kalemleri gıda, içecek, tekstilden oluşmakta ve bunların çoğu için ciddi bir koruma politikası bulunmakta. Bu dönem içerisinde istihdamın %43’ü tarımda yer alıyor. Buna bağlı olarak İrlanda’dan özelikle Amerika’ya yoğun bir göç yaşanmakta. Derken politikalarda bilinçli bir değişiklik meydana getiriliyor ve ekonomik alanda büyüme için ihracat yapılması gerektiğinin önemi fark ediliyor. Önce vergi durumu dikkate alınıyor, yeni bir vergi düzenlemesi getirilerek bazı alanlardaki vergiler yüzde sıfıra kadar düşürülüyor. 1965’te İngiltere ile bir serbest ticaret anlaşması yapılıyor ve 1973 yılında Avrupa topluluğuna girişle birlikte başlıca stratejik alanlar olarak elektronik, ilaç ve mühendislik seçilerek buralara odaklanılıyor. İrlanda gücü dağıtmak yerine topluyor, örneğin petrol gibi sanayi alanlarında kaynak sahibi olmadığından insan gücüne dayalı alanlara yöneliyorlar ve bu politika değişikliği sayesinde ihracatın milli gelirdeki payı 1973’te üçte bir iken 1983’te %56, 1993’te %65 ve 2004’te %68’e yükseliyor. Toplam üretim açısından tarım ise %6’lara geriliyor, ancak yanlış anlaşılmasın, rakamsal olarak bakıldığında tarım da büyüyor, sadece oransal değeri azalıyor.
Böylelikle 30 yıl önce çok küçük olan ilaç endüstrisi 2004’te kimya alanıyla birlikte 37.5 milyar dolarlık bir ihracat rakamına ulaşıyor. İrlanda bu rakam ile bugün dünya birinci, 120 ilaç şirketi var ve bunların 14’ü en büyükler arasında. Pfizer, MSD, Roche, Novartis, Amgen, Wyeth, Takeda gibi dünya devi şirketler ardı ardına yatırımlarla çok sayıda fabrika kuruyor ve istihdam sağlıyorlar. Bunlar çok uluslu araştırmacı firmalar. Kurallara uyuyorlar, oysa İrlanda pazarına baktığımızda 1 milyar dolarlık bir ilaç pazarı, oysa son teknolojiyi kullanan bu tesislerde 47 mamul ürün üretiliyor. Bunun sonucunda 1988 yılında “zenginler arasında en fakir” olarak adlandırılan İrlanda, 10 yıl sonra “Avrupa’nın parlayan ışığı” olarak anılmaya başlıyor ve Kelt kaplanı olarak adlandırılıyor.
Burada asıl irdelememiz gereken bu yatırımın neden İrlanda’ya gelmeye karar verdiği. Politikalar belirlendiğinde ülkede istikrarlı bir hükümet var, sonraki yıllarda iktidar değişse de politikalar değiştirilmiyor ve süreklilik ve güven ortamı sağlanıyor. Bu uluslararası yatırıma açık olma politikası; Avrupa birliği üyeliği ve euronun para birimi olarak seçilmesi, vasıflı iş gücü, rekabet edebilecek işçilik maliyetler (ki diğer yerlere göre daha düşük), kurumsal vergi rejimi yatırımcının gelmesini destekleyen başlıca unsurlar oluyor. Başlangıçta bazı yerlerde sıfır bile olabilen vergi oranı, şimdilerde %12.5’e çıkarılmış, ihracat için %10, iç pazar için %14 rakam uygulanıyor. İlaç başta olmak üzere kurallara çok iyi uyulduğundan yatırımcı gelmekte tereddüt etmiyor. Örneğin üretim tesislerinde mutlak kaliteye önem veriliyor, fikri mülkiyet haklarına tam olarak uyuluyor. Avrupa’da zaman zaman değişiklik olmasına karşılık İrlanda prensiplerinden asla ödün vermiyor, hep olumlu bir tutum sergiliyor. Bu gelişim kuşkusuz ülkenin sosyal haklarına da çok olumlu yansıyor. Vasıflı işgücü açısından bakıldığında 60’lı yılların sonlarında liseler ücretsizken, bu yaklaşım üniversite ve üzeri eğitime de yansıtılıyor. İlaç sanayinin gelişmekte olduğunu dikkate alan hükümet ülkenin güneyinde bir eczacılık okulu kuruyor ve çalışanları çoğunlukla İrlandalılardan oluşmakta. İrlanda kaynaklarının %13.2sini eğitime harcamakta. Devlet okullara hangi iş alanlarının uygun olduğu konusunda kitapçıklar yollayarak insan gücünün etkin kullanılmasını teşvik ediyor.
İşçilik maliyetleri açısından değerlendirildiğinde, sendikalar, devlet ve işveren arasında bir anlaşma yapılarak sabit ücret artışı kararı alınıyor. Maaşlar konusunda müzakerelerde bulunurken ilaç sektörü özellikle dikkate alınıyor. Saat ücretlerine bakıldığında 12.5 euro olan saat başına maliye, Hollanda’da 18.08, Japonya’da 22, Almanya’da 22.99 euro seviyesinde. Bu kuşkusuz yatırımcıların önünü görmelerini kolaylaştıran bir unsur. Bizim için de söz konusu olduğu üzere, bazı ülkelerde devlet geri ödeme listesine müdahale ederken, burada böyle bir müdahale söz konusu olmuyor. Geri ödemeye erişimde özgürlük var. Düzenleyici makamlar etkin olduğunu düşünüyorsa ilaç gecikme olmadan geri ödeniyor. Hekimlerin reçetelendirmesinde bir kısıtlama yok, hekimler hangi ilacı reçetelendireceğine kendileri karar veriyor. Eczacı ve eczane düzeyinde de değiştirilmiyor. Sağlık bakanlığı tavsiyelerde bulunabiliyor kuşkusuz, ama hangi ilacın kullanılması gerektiğine doktor karar veriyor. Bu yaklaşım ilaç sektörüne yatırım yapmak için cesaret veriyor. İrlanda’da ilaç sektörünün çok güçlü olmasına karşılık sağlık harcamaları yine de %12’yi oluşturuyor ve Avrupa’daki %15’lik rakamın gerisinde.
Bu veriler ışığında değerlendirdiğinizde İrlanda mevcut malzemeden helva yapmayı başarmış görünüyor. Biz de benzer gelişmelerin ülkemizde yaşanması için elimizden geleni yapacağız.