Türkiye’nin Birinci Ulusal Su Samuru Sempozyumu geçtiğimiz yıl Antalya’da toplandı. Su samurlarını çok seven ve Türkiye’ye yerleşmiş, hatta Türk vatandaşı olmuş bir Alman çift, bu sempozyumun toplanmasına öncülük etti. İki günlük toplantının sonunda varılan nokta bir organizasyon kurulması ve Türkiye’deki su samurlarının nerelerde ve nasıl yaşadıklarının ortaya çıkarılması idi. Sempozyum işte tam bu aşamada sonlandı, Türkiye’ye yerleşmiş ve vatandaşlığa geçmiş Alman çifte “size ne bizim su samurlarımızdan” sözleriyle, hadleri bildirildi. Sempozyum bir sonuca varılamadan dağıldı.
Ben bu ve benzeri olayları duydukça kişisel, ulusal ve bütün insanlık olarak görev ve hedeflerimizi ne kadar bildiğimizi giderek daha fazla sorgular oldum. “Ben, biz ve diğerleriyle birlikte hepimiz”, neden ortak bir amaca yönelik hareket edemiyoruz? İnsan kendine bütün diğer canlılardan farklı olarak, hayatta kalmak ve üremek gibi temel güdüleri dışında kendine planlanmış hedefler ve tanımlanmış görevler koyabilmekte. Bunların içerisinde bir aile kurulmasından, bir mesleğin seçimine ya da bütün olasılıkları dikkate alarak bir yaşam tarzı seçilmesine kadar geniş bir eylem açısını sayabiliriz. Lakin öyle ya da böyle yetmiş-seksen yılla sınırlı bir zaman süreci ne kadar doldurmaya çalışırsak çalışalım, hedefleri tamamen tutturamayacağı gibi, ulaşmak istediğimiz nihai nokta (aslında teorik olarak hiç ulaşılamayacak olandır) aslında yaşamımızın da gerekçesini oluşturur. Tıpkı su samuru tutkunu Alman Çift gibi.
Ancak konu ulus olunca, hedefler uzun vadeli planların yanı sıra alternatiflerin varlığına gerek duyar. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak değil uzun vadeli, kısa erimli hedeflere bile sahip değiliz. Bir ulusun bütününün yaşayan bir organizma olduğu varsayılacak olursa, bizim organizmamızın bütün bileşenleri imkanlardan eşit olarak yararlanmadıkları gibi, bütünden bir şekilde dışlanmak istenenleri bile hayretle görebiliriz. Oysa “ulus organizması” dışarıdan gelebilecek tehditlere yaşayan bireylere göre daha fazla açıktır. Doğal kaynakların yetersiz kalması durumuna çok daha fazla duyarlıdır; sıkıntıların ve gerilimin arttığı nokta sonu parçalanmaya gidecek bir sürecin fitilini ateşler. Ne kadar depolitize edilmiş, sıkıntılara karşı duyarsızlaştırılmış, bütünden çok kişisel çıkarını düşünmesi benimsetilmiş bir toplum olursak olalım, ulus olarak hedef ve görevlerin tanımlanması (ve kuşkusuz yerine getirilmesi) bireylerin mutluluğu ve doygunluğu için asgari gerekliliktir.
Şimdi bu yazdığım aforizmalardan günlük yaşamımıza dönelim ve nelerle ilgilendiğimize bakalım. Son haftaların en çok konuşulan konuları tartışmasız aslında kimseyi ilgilendirmemesi gereken Pınar Altuğ’un sevgilileri, Cem ve Bettina Hakko’nun boşanmaları ve Ali Kırca’nın fantezileri oldu. Bundan kısa süre öncesinde ise Reha Muhtar’ın Gülşen’le olan ilişkisini irdeledik, turban meselesini zaman zaman ısıtıp gündeme verdik ve Çankaya’nın yeni konuklarının kim olacağı konusunda gerilimli tartışmalar yürüttük. Lütfen samimi olarak söyleyin, bütün bunlar kaç incir çekirdeğini doldurur? Oysa beri yanda Irak’ta bir hükümet tesis edildi, kuzeyinde olası bir Kürt devletinin sinyalleri verildi, Hızbullah terörüne asla prim vermeyeceğini bütün dünyaya ilan eden İsrail Lübnan’ı bombaladı, bütün bu kargaşanın arasında PKK terörü yükselme devrine girdi. Binlerce hektar ormanımız yandı, yanmaya devam ediyor, tarım arazilerimiz çoraklaşmakta, olası bir kuş gribi tehdidi kapımızda, sokakların kazılması hiç bitmedi, ülke nüfusunun büyük bir bölümü açlık sınırının altında yaşamakta. Kimin umurunda oldu?
Bireylerin “günübirlik” yaşama seçeneklerinin aksine, ulusların hedef ve görevleri olmaksızın uzun ve refah dolu bir yaşam sürmeleri beklenmemeli. Hele bütün dünyanın gözünü diktiği bir coğrafyada, varlığını hem de lider olarak sürdürmek sadece güvenilir bir orduyla mümkün değil. Geleceği okuyabilen, olasılıkları hesaplamış ve politikalarını gerçekler üzerine oturtmuş bir planlama gücü, mutlu, umutlu kıldığı görevini bilen ve yerine getiren bireylerin desteğiyle yarını şekillendirebilir. İşte benim umudum ve umutsuzluğum da bu noktada ortaya çıkmakta. Var olup bitene baktığımda ulusal geleceğimiz için, herkesin mutlu olduğu bir ülke hayali giderek solmakta. Ancak organize olabilmek becerileri gerilemiş olmakla birlikte, olan bitene duyarlı ve sayıları hiç de azımsanamayacak sessiz bir kesimin varlığına inanıyorum. Bunlar aslında su samurlarının çıkmazındalar. Kendileri için birilerinin bir şey yapmasını çaresiz beklemek zorunda olduklarını sanıyorlar. Oysa su samurlarının aksine insan olmalarından kaynaklanan planlanmış hedefleri ve tanımlanmış görevleri var. Dahası Birinci Ulusal Su Samurları Sempozyumu’nun sonuçsuz ve çaresiz dağıldığından habersizler.