Tam asansörün kapısını kapatırken dikkatimi çekti kapımın üzerindeki bana ait olan kartvizit. Oysa onu elektrik saatinin üzerine koymuştum, cep telefonumu da yazmıştım, hani belki arar da haber verirler diye. Benim gibi dağınık bir adamın, gündelik yaşam bedellerinin ödenmesi konusundaki dikkati de çok dağınık oluyor. Nitekim bir keresinde işe de yaramıştı, ödemeyi unutmamın ardından gelen elektrik kapatma emirleri yetmemiş, saati sökmeye gelmişlerdi. Komşular vermişlerdi de telefonumu, zar zor ikna etmiştim sökmemeleri için. Saatin sökülmesi sorun değildi, benim onu yeniden bağlatmam sorundu çünkü. “Devlet bürokrasisiyle barışık olmama durumu”. Lakin o kartın kapıda durmaması gerekiyordu; “eyvah, saat” dedim içimden, bunun bir hatırlatma işareti olduğunu umarak arkamı döndüm, saatin yerinde ucu boş dört kablo duruyordu.
Beni en çok rahatlatan düşünce işte o anda aklıma düştü. Daha önce de olan, ama say deseniz sayıp dökemeyeceğim anıların hafızamda kalmış izleri. Ansızın içimden geçirdim: “Ne yapalım, karanlıkta oturacak halim yok ya, şimdi annemlere giderim”.
“Annemlere giderim”.
Evliliklerimden ilk ayrıldığımda, yağmura inat sokaklarda sabahladığımda ya da bir serin bahar akşamı, kiraladığım bahçe katında yine karanlıkta kaldığımda aklımdan geçirdiğim gibiydi. Ama gerçek biniverdi birden birinci düşüncenin üzerine, öylece yerimde kalıverdim. Artık benim “annemler” yoktu ki. Her şeyi unutmaları beş yıl, babamın ölümü altı ay ve annemin artık yerinden kalkamaz hale geleli iki ay olmuştu. Artık benim basamaklarını hızla tırmanıp, kendimi dünden hazır yatağıma sığındırabileceğim bir baba evim yoktu. Zaten artık ben babaydım, annemin, babamın, kızımın ve ihtiyacı olan herkesin babası, sığınılacak yeni ocağın körükçübaşısı, hatta körük yırtılsa bile nefese kuvvet üfleyeni. Sönmesin diye.
Sonra elektrik memuruna karşı derin bir kızgınlık geçti içimden. Bir telefon etse olmaz mıydı? Arasaydı belki akşama yetiştirirdim de, yeni bir saat bağlatmak külfetine kalmazdım. Aklımda sarı boyalı devlet dairelerinin yığılmış evrakları canlandı; eksik evrak tamamlamak, laf anlatmak için koşturan ben; hatta yetmeyip becerim, şahsi yalakalık peydahlamak içindeki gayretim, “ağabey sizin işiniz de zor” diyerek söze başlayacaktı, “memleket nere” diyemeyen her Türk gibi. Hepi topu beş yüz liranın ceremesiydi, olmayınca olmazdı ama, bulunmaz da değildi, sadece hatırlama meselesi. Sonra memura olan kızgınlığım geçiverdi, adam işini yapmıştı, ne beni aramak zorundaydı, ne de haber bırakmak. Esnekliğin de bir sınırı vardı ya, o sınırı olasılıkla aşmıştı. Yalnızca bilemezdi, oysa bilemeyeceğini ben bilirdim, “olmayınca olmazdı ama bulunmaz da değildi”.
Sonra bunların da hepsi geçti, sadece aklıma düşen ilk düşünce fikrime düğümlenip kaldı. Gözlerim ister istemez biraz ıslandı. Ah şimdi on yıl öncesinde olmak vardı, göğsümü gere gere annemlere giderdim, kapıda hasretle karşılanacağımı bilirdim, daha o sabah çıkmış olsam bile evden. Muhtemelen babama ilk diyeceğim elektrik faturası olurdu, ödenmemişlerle birlikte yeni bir saatin peşine koşmasını isterdim de gıkını çıkarmaz, bir iki cümle sitemin son kelimesi “hallederiz” olurdu. Oysa o evi mecburen yine kendim toplamıştım, her ne kadar üzülsem de ne çare elimle boşaltmıştım. Hatta toplayamadığım bir kamyon dolusunu kullanır elbet birileri arkamızdan deyip, anama babama minnet, kapıyı sessizce çekip çıkmıştım içinden. Sekizinci ev kapatmamdı ilk evime olan vedam.
Ardından yine güne döndüm, artık elektriksiz evimde, akşamı mumla geçirmek bana hiç dokunmazdı. Benim yaşımda olanlar uzun elektrik kesintileriyle büyümüştür, mumlar evin demirbaşıydı, hatta belki de eğlencesi. Sadece, o zaman siyah beyaz olan televizyonlarda, bir maç ya da dizi film, Uzay Yolu, Komiser Colombo ya da Görevimiz Tehlike varsa dokunurdu bize elektrik kesintisi. Mamafih şimdi durum farklıydı, hafta sonu kızım bende kalacaktı ya, hiç elektriği olmayan bir evde, zamane çocuklarını mum ışığında Karagöz-Hacivat oynatarak kaç saat eğlendirebilirsiniz? Yazın sıcağında bozulmayacak ne yedirebilirsiniz?
Çaresiz bulup elektrik kalemini evin bir köşesinden, verdim telleri birbirine. Etrafımda uçuşan kıvılcımlara inat, çatırdaya çatırdaya her attığında sigorta, teli bir diğer telle buluşturdum. Derken ışıklar birden yandı, ben kaleme rağmen kolumdan akan elektrikten sersemlemiş, içeri geçip öyle oturdum. “İşte hayatında bir yeni dönem daha dedim” kendi kendime. “Artık kaçak dönemindesin, tıpkı bu ülkenin üçte birinin yaptığı gibi. Bundan böyle çok aydınlık bir ev yok, en azından borcunu ödeyene dek olabildiğince idareli kullan. Tek sorun kızına nasıl anlatacaksın. Akşam eve geldiğinde, önceden işaretlediğin telleri birbirine verdiğinde, birden yanan ışıkları babasının büyük becerisi sanacak”. Sonra yine gülümsedim. “Hiç dokunma, henüz dört yaşında, nasıl olsa unutur. Yıllar sonra belki hatırladığında yaptığın bu olağanüstü “sihri”, olasılıkla o da içinden gülümseyecek. Ve bir gün giderse mecburen elektrik saati, ne yapması gerektiğini kendi çocuğuna, o da çok iyi bilecek”.
(Naçizane hatırlatma: Annenizin-babanızın kıymetini iyi bilin!)