Dünya çapındaki son ekonomik dalgalanmalar, içerideki siyasi ve mali dalgalanmalara, bunlara bir de sağlık harcamalarının beklenildiğinden yüksek çıkması eklendiğinde IMF Türkiye için yeni bir ekonomik tasarruf paketini çantasından çıkarıverdi. Söz konusu paketin en önemli bileşenlerinden biri sağlık konusundaki harcamaların kontrol altına alınması oldu. Aslında SSK’nın Sağlık Bakanlığı’na aktarılmasını takiben SSK reçetelerinin eczanelerden alınabilmesi olanağı sağlandığında, ilaç harcamalarında da bir miktar artış olabileceği hesaplanmaktaydı. Ancak elde edilen veriler yılın ilk dört ayı itibarıyla genel sağlık harcamalarının %251.5’lik artışla 774.6 milyon dolardan 1.948 milyar dolara çıktığını gösterdi. Bu artış içerisinde Yeşil Kart harcamaları %400 artışla 306.5 milyon dolardan 1.2 milyar dolara ulaşarak en önemli paydayı temsil etmekte. Devlet Bakanı Ali Babacan “Tasarrufun yarısından çoğu nasıl olsa sağlandı” şeklinde açıklamalar yapsa da, IMF yeterince tatmin olmamış olacak ki, yeni önlem paketini önümüze koyuverdi.
Bu durumda doğrusu bir değil iki kere düşünmemiz gerekiyor. İki kez düşünmemizin bir nedeni kuşkusuz sağlık harcamalarının “rasyonel” bir biçimde azaltılması, yani gerçekten gereken noktada gerektiği kadar harcama yapılması. İkinci nedeni ise harcamaların IMF istekleri doğrultusunda “kağıt üzerinde” azaltılmaya çalışılması sonucunda toplumun bütününü etkileyecek ve hatta bir öncekini aratacak bir sağlık sorunu. Bu satırlar kaleme alındığında tasarrufa yönelik önlemlerin ne olduğu henüz netleşmemiş olduğundan, yazacaklarımız da aslında “öneri” olma özelliğinin ötesine geçemeyecek.
Sosyal devlet ilkelerine aykırı
Öncelikle sağlık harcamalarındaki artışın ne olduğuna ve bunun içerisinde en kolay müdahale edilebilir unsur olan ilacın durumuna bakalım. Avrupa verileriyle kıyasladığımız zaman, Türkiye aslında ilaca kişi başına fazla bir harcama yapmamaktadır, daha doğrusu ilaç için harcanan para bütün Avrupa ortalamalarının çok gerisindedir. Ancak toplam sağlık harcamalarına bakıldığında, ilaca harcanan para oransal olarak yüksek görülmektedir. Bunun nedeni ilaca çok para harcanması değil, sağlık hizmetlerine az para harcanıyor olmasıdır.
İlaç ya da diğer kalemler olsun, para harcanıyor olması kuşkusuz genel sağlık durumumuzun iyileştiği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilaç özelinde değerlendirildiğinde, bu tedavilerin önerildiği gibi uygulanması durumunda hastalıkların daha iyi kontrol edildiği ve insan ömrünün uzatıldığı kanıtlanmış olan bilimsel verilerdir. Bir zamanlar kontrol altına alınması bile mucize olan enfeksiyon hastalıkları, enfarktüs ve inmeye neden olan kolesterol yüksekliği, neden olduğu krizlerle insanlara yaşamlarını dar eden astım, günümüzde üstesinden gelinemeyecek sorunlar olmaktan çıkmıştır. Kanser tedavisi konusunda çok ciddi gelişmeler kaydedilmiştir ve bunların bütünü yenilikçi tedavilere borçlu olduğumuz başarılardır.
Demek istediğimiz şu ki tıbbın kabul ettiği tedavi yaklaşımları kanıtlara dayalıdır ve bu başarıların elde edilmesi karşılığında elbette bir bedel ödenmektedir. İşte tasarruf tedbirlerini koyarken terazinin bir kefesine koymamız gereken tedavi başarısı, diğer kefesine koymamız gereken de bunun maliyetidir. Toplumunuzu sağlıklı yaşatmak adına hiçbir maliyetten kaçınamazsınız. Bunun karşıtı olarak “pahalı tedavileri karşılamıyorum” demek seçeneğine de sahipsiniz. Ama hangi koşullarla? Toplumun bütün bireylerinin o tedaviyi kendi imkanlarıyla alabilecek maddi yeterliliği olduğu zaman. Eğer böyle bir durumda zengin hastalar tedavi olanaklarından yararlanır, fakirler ise hastalıkla boğuşmaya ya da ölüme terk edilirlerse, bu sizin meşhur “sosyal devlet” ilkelerinizle bağdaşmaz. Zaten Yeşil Kart uygulamasının bütün gerekçesi de böyle bir eşitsizliğin ortadan kaldırılmasıdır.
Bütün tarafların işbirliği gerekli
IMF’nin olası tasarruf paketi içerisinden çıkabileceklerden biri biliniz ki ilaç harcanmalarının daha da azaltılması olacaktır. Bunun için bir yöntem ilaç için yapılacak harcamanın bir kısmının hasta tarafından ödenmesidir. Ancak büyük bölümü asgari ücretle yaşayan bir toplum için “katkı payı” nereye kadar bir tasarruf sağlayabilir? Bu uygulamanın doğal sonucu hastanın ilacı almaktan vazgeçmesidir. Bir diğer önlem ilaç fiyatlarının üretici firmalar tarafından aşağı çekilmesi olacaktır. Ancak bu zaten yapılmıştır ve daha fazla aşağı çekilmesi ekonomik parametrelerle bağdaşmamaktadır. Çok fazla eleştirdiğimiz “reçete kısıtlaması” gibi dolaylı engelleme yöntemlerinin sonuçları son derece hazindir. İlaç kullanımının “angaryanın artırılması” yoluyla azaltılması elbette mümkündür. Ancak 2002 yılında, yeni ilaçlara erişimin azaltılması yoluyla tasarrufa gidilmesi girişimlerinin yaşandığı Kanada ve Almanya’da yapılan hesaplamalar, harcamaların dolaylı yoldan daha da arttığını ortaya koymuştur. Bütün ilaçların “orijinallerinin değil jeneriklerinin kullanılması” gibi dolaylı bir temenni Meral Tamer tarafından dile getirilmişse de (Milliyet, 24.5.2006), böyle bir yaklaşım olasılıkla yazarın bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır ve gerçekle bağdaşırlığı yoktur.
Sağlık harcamalarının azaltılması için uzun vadede gerçekten başarı kazanabilecek tek yaklaşım DPT, üniversiteler, Sağlık Bakanlığı, meslek ve hasta örgütleri gibi bütün tarafların işbirliğiyle hazırlanabilecek kapsamlı bir plandır. Bakalım oraya ne zaman geleceğiz?