Kuşkusuz bu soru, sınırları sorgulamak üzere sorulmuştur. Ancak bu soru aynı zamanda son derece safiyane olarak (safça) sorulmuştur, “evrende kendiliğinden değerli ne var, yani hiç kimsenin ya da hiçbir varlığın değer yüklemesinden etkilenmeyen, sadece kendi olduğu için değerli olan nedir?” Cevabını vermek benim gördüğüm kadarıyla kolay değil. Soru aslında son derece kafa karıştırıcı bir aleme kapı açmakta. “Homo economicus” olarak bizim değer yargılarımız tamamen maddi/fiziksel unsurlarla ilişkilenmiştir, özellikle yaşamakta olduğumuz çağda. Bu anlamda düşündüğümüzde, değerler ona değer verenlerden kaynaklanır. Yemek bile, ona iştah duyduğumuz (varlığımızı sürdürmek gayesiyle gereken besinleri aldığımız için bile değil, gurme olduğu için) kıymetlidir. Su onunla susuzluğumuzu giderdiğimiz için değerlidir. Arabalarımız, bilgisayar yazılımlarımız, cep telefonlarımız bizim işlerimizi kolaylaştırdığı için değer kazanır. Yani evrende aslına bakarsanız kendiliğinden değerli pek bir şey yoktur, var olan her şey ona bir değer yükleyen biz ve diğer canlılar nedeniyle kıymetlidir. O halde soruyu yeniden soralım. Evrende kendiliğinden değerli ne vardır?
Bu sorunun uç cevabı Tanrı olabilir. Ama Tanrı da kendiliğinden değerli değildir. Daha doğrusu evreni, dünyaları yarattığını kabul ettiğimiz Tanrı, zaten “değer”i yaratan olduğu için, böyle bir sorunun muhatabı bile olamaz. Aynı yaklaşım Tanrı kelamı olan bütün Kitaplar için de geçerlidir. Her şeyin kökeni olan varlık nasıl olur da “değer temelinde” sorgulanabilir? O halde soru hiçbir şekilde yanıtlanamadan yine ortada durmaktadır: Evrende kendiliğinden değerli ne vardır (Sizi bu kadar yorduğum için lütfen beni bağışlayınız. Ama bu noktada vardığınız başka sonuçlar varsa bana iletiniz)?
***
Lakin benim bu yazıda anlatmak istediğim şey, geçen yazıdan kalan “Kuran’ı okumak” gerektiği konusundaki çıkarımımdı. Başlangıçta benim öğrenmeye çalıştıklarım da sadece “temel” birtakım kavramlara yönelikti. Bu nedenle telefon açıp bilgisine başvurduğum Kitap’ı okumuş ya da okumaya çalışmakta olan dostlarım “abdest aldın mı, pozisyon kurdun mu” gibi uyarılarını sıraladılar öncelikle ve ardından da eklediler: “Biz söz edilenleri aslında anlayamayız, bunun için falancanın tefsirini okumak gerekir. Bu öyle bir Kitap’tır ki, anlamak için çok şey bilmek lazımdır, bu nedenle senin bize sordukların da aslında binlerce kitap okuyarak yanıtlanabilir”. Zaten yazımın şekillenmesi de bu cevaplar üzerine oldu.
Benim Kuran’ı okumak için olan gayretim çok eskilere dayansa da, anlayarak okumak sürecim aslında bir yıldan geriye gitmemektedir. “Anlayarak okumak” ifadesi için lütfen daha “dikkati açık” olunuz. Burada hiçbir dolambaca olanak vermeksizin: “okuyunuz ve anlayınız”ı kastediyorum. Benim için söz konusu olan, ibadeti değil, anlamını düşünmektir (anlamanın ibadet olduğu sanrısıyla). Dostlarımın verdikleri cevaplar benim sorduklarımı yanıtlamadığı gibi, okumak ve anlamakla ilgili beklentilerimin de tamamen dışına taştı. Biz Kitap’ı başkasının anlayışı ve kavrayışıyla okuyacaksak bu yanlış olurdu. Kitap evrenseldi ve zamandan bağımsızdı. Herhangi bir zamanda, herhangi bir dilde okunması durumunda bile yanlış olmamalıydı. O halde herkes Kitap’ı “kendisi” okumalı ve tefsire gitmeden anlamaya çalışmalıydı. Sizlere de bu konuda sadece kendi naçizane bilinç düzeyime varanları söyleyebilirim.
Bunlardan birincisi kuşkusuz en başta savunduğum gibi, Kitap’ın herkes tarafından kendi anladığı dilde okunması gerektiğidir. Anlamı anlaşılamadan “taklit” üzerine kurulu bir okumanın kimseye faydası olamaz (İbadetin Türkçeleştirilmesi bu anlamada tamamen doğrudur). İkinci önemli nokta Kitap herkesçe “kendi anladığı” şekilde yorumlanmalıdır. Kuran’da ayetlerin iki farklı üslupta olduğundan söz edilir; “bazıları herkes tarafından açık anlaşılabilir ayetlerdir, ancak bazıları mecazi olduklarından “tefsiri” yani açıklamayı gerektirir” denir. Kimse alınmasın ama ben buna da katılmıyorum Açıklama, onu yapanın kapasitesine ve seçimine bağlıdır, kendi anladığını size anlatabilir. Oysa benim kişisel kısıtlı bilgi dağarcığımla gördüğüm kadarıyla, daha fazla bilgi ile (Tevrat, İncil ya da tarih bilgisi olabilir) daha kolay kavranabilecek birkaç ayet dışında anlaşılması olanaksız ayet bulunmamaktadır. Bulunduğu iddia edilse bile, bu ayetler başkası tarafından açıklanamaz, zamanı geldiğinde kendiliğinden anlaşılacaktır.
Bunların ötesinde, Kuran’ın kişinin kendi dilinde olan birebir çevirisinin asla anlaşılamayacağını, illa ki tefsir edilmesi gerektiğini iddia eden biri varsa, bence Tanrı’ya doğrudan hakaret etmektir. “Tanrı kendi yarattığı ortalama kullarının anlayabileceği bir Kitap indiremedi, daha zeki ya da bilgili olanlarının açıklamasına gerek duydu” anlamına gelir ki, “bütün evrenlerin yaratıcısı” olduğunu kabul etmemiz gerçeğiyle düpedüz çelişir. İşte bu nedenle bence Kitap(lar) herkesin kendi anladığı dilde ve birebir çevirisinden okunmak zorundadır. Ben seçtiğim Türkçe çevirisini (becerebildiğimce) anlamak amacıyla okumaya çalışırken gördüm ki, en azından açık anlamlı olduğu söylenen ayetler için asla idrak edilemeyecek kapalı bir şey yok. Üslup son derece temiz, söylenenler son derece açık. Kendi din tarihi bilgilerim ve hatta dinler öncesi tarih konusunda okuduklarım bazı yerlerin daha iyi (daha iyi kavramı tamamen kişisel değerlendirmedir) anlaşılmasına olanak tanımakta. Belki daha fazla okusam ve daha fazla bilsem, anlamların içinde başka anlamlar olduğunu “hissetmekten öte”, doğrudan kavrayacağım (bu yorumlarım da “kulluk hakkım” gereğidir).
***
Gelelim yazının başlığındaki soru için benim basit cevabıma: Evrende kendiliğinden değerli tek şey vardır, o da (benim, sizin) bilinç halinizdir. Yani kendinizi bilmeniz, kendinizi bilmenizin ışığında başkalarını ve daha başkalarını bilmeniz; alemi, alemleri bilmeniz ve bilincinizin kaynağına ulaşmanızdır. Bilinç olmadan hiçbir şey “değer”le ilişkilendirilemez.