Hrant Dink’in öldürülmesi sonrasında ortalık toz duman oldu. Cinayetin bir ucunda kişisel hezeyanlar, diğer ucunda ise derin devlet aranmakta. Gerçeğin ortaya çıkarılması adına yapılacak ve hukuk sınırları içerisinde kalacak her türlü girişimin kuşkusuz yanında olacağız. Ancak benim kafamı karıştıran ve ürkmeme neden olan tablo, cenazenin kaldırılmasının hemen ertesinde yükselmeye başlayan yanlış milliyetçi söylemler. “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeniyiz” sloganını protesto eden sözüm ona milliyetçiler, Türklüğün elden gitmekte olduğu telaşına düştü. Ortaklama zeka düzeyindeki bir kişinin bile söz konusu sloganın sembolik olduğunu algılamamasına ihtimal vermesem de, önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ardından BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, derken Başbakan Tayip Erdoğan ve nihayetinde de ‘ulusalcı” sol kesim slogana olan tepkilerini dile getirdiler. CHP bu konuda çıkış yapmaktan kaçındı ama tersini de söylemedi. Mesele çok değil bir hafta için spor sahalarına taşındı. Türksolu gazetesi geçtiğimiz (4 Şubat) Pazar günü İstiklal caddesinde Galatasaray’dan Taksim’e dek sürecek “Hepimiz Mustafa Kemal’iz, hepimiz Türküz” yürüyüşü çağrısında bulundu. Şimdi siz ister derin devlet, ister CIA, hatta ister “Hrant Dink’in ölmek yoluyla bizatihi içinde bulunduğu Ermeni komplosu” (ulusal solcuların iddiasıdır) olduğunu söyleyin, mesnetsiz milliyetçilik, ki ben buna “bayrak milliyetçiliği” diyorum; olan bitenden kendine hala bir hisse çıkaramadı.
Milliyetçilik sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada tırmanma eğiliminde. Başka ülkelerde bu söylemin nasıl geliştiğini tartışacak değilim, ama bizim ülkemizde serpilmesi, ülkesi adına yapacak somut hiçbir şeyi olmayan (okumayan, yazmayan, ağaç dikmeyen, çalışmayan) nispeten genç bir kesimin eline bayrak alıp sallaması üzerine kurulu. Okumayan diyorum, milliyetçiliğinin kökeni olan kimliğinden bihaber, yazmayan diyorum düşüncelere dayalı inanç oluşturmaktan aciz, ağaç dikmeyen diyorum, üzerinde yaşadığı topraklara ve geleceğine fayda sağlamak yerine (sadece kendinin ya!) yiyip bitirip tüketen ve ne olursa olsun çalışmayan daha doğrusu çalışmayı sevmeyen bir topluluk. Yağış az, önümüz kuraklık, ürün düşecek arkası açlık, yetimhanelerde çocuklarımız dayak yiyor, sonrası umutsuzluk; bize sunulmuş bunca imkana rağmen üretmiyoruz, ürettiğimizi de zaten zor satıyoruz; kimin umurunda. Benim milliyetçilerim bayrak milliyetçisi, ellerine salladıkları bayraklarla “ölürüm bu ülkeye, kurban olurum ayına yıldızına” söylemcisi.
Bütün bu söylem özellikle solcu milliyetçilerde bir de Atatürk’le ilişkilendiriliyor. Her bir cümlenin başına ve sonuna Atatürk ekleniyor ve bu söylemi kullanmayanlara giderek vatan haini gözüyle bakılıyor. Doğrusunu isterseniz ben ne sağcıların milliyetçiliğinin ne de solcuların Atatürkçülüğünün samimi, daha doğrusu akıl, bilgi ve çabaya dayanır olduğuna inanmıyorum. “Ben milliyetçiyim” diyen herkesin önce kendisine “bu ülke için bayrak sallamak dışında ne yaptığını” sorması gerekiyor. Kendini geliştirmek için ne yaptığını, kaç çocuğun eğitimine doğrudan katkıda bulunduğunu, çevresindeki sorunları çözmek için kaç kişiyle konuştuğunu, ülkesinin refah düzeyini geliştirmek için kaç proje ürettiğini, kendisi geliştiremiyorsa bile kaç projede görev aldığını?
Hrant Dink cinayetinin birinci yüz kızartıcı yanı devletin kendi vatandaşını (Türk, Kürt, Ermeni, her ne kökenden olursa) koruyamamış olmasıdır. Dink de Türkiye Cumhuriyeti’nin herkes kadar onurlu bir vatandaşıdır. Etnik kimliğinin haklarını demokratik platformda aramasının bu ülkenin çıkarlarıyla çelişen en küçük bir yanı olmadığı gibi, Türkiye’nin ileriye gitmesine de ciddi katkısı bulunmaktadır. Bu yaklaşım Türkler de dahil olmak üzere bütün vatandaşlarımız tarafından paylaşılmak durumundadır. Ülke (toprak) kendini gözetene el verir, gözetmek de bayrak sallamakla değil, onu işlemekle, ürünü paylaşmakla, durumu tartışmakla mümkündür.
İkincisi, Mustafa Kemal Atatürk, sanıldığı gibi Türklerin kurtarıcısı değil, bu ülkenin kurtarıcısıdır. Türk Cumhuriyetini değil Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur, bu topraklarda yaşayan herkesi kucaklamıştır. Mustafa Kemal adının her söyleme ekleştirilmesi (ulusalcılardan tutun, milliyetçilere kadar, hatta duruma göre din simsarları da dahil) kendini bilmemekten kaynaklanmaktadır, ama daha önemlisi Atatürk’ün manevi varlığına zarar vermektedir. Dahası, Mustafa Kemal adını kullanmayanların Atatürkçü olmadıklarını, vatanlarını sevmediklerini zannetmek de büyük bir hatadır. Merak edenler için bilgi vereyim, Türksolu’nun pazar günkü yürüyüşüne sadece yüz küsur kişi katılmıştır. Bu durum ne katılmayanların Atatürkçü olmadığını gösterir ne de katılanların Atatürk ilkelerine sahip çıktığını. Nitekim bu yürüyüşün, Dink’i öldüren kişinin bayrak ve Atatürk’ün sözünün önüne getirilip fotoğraflanması şeklinde tezahür eden “bayrak milliyetçiliği gösterisi”nden de çok fazla farkı yoktur.
Lütfen hepimiz bu ülke ve vatandaşları için ne yaptığımızı kendimize samimiyetle soralım. Bayrak sallayanlar sağ tarafa, Mustafa Kemal çığlıkları atanlar sol tarafa ayrılsın. “Kimi ölür bu vatan için, kimi nutuk atar”, daha büyük bir kısmı bayrak sallar, sadece çok az bir bölümü çalışır. Biz çalışanlardan olalım ki bayrağı tutmaya, Atatürk’ü anmaya hakkımız olsun.