14 Nisan mitingi bugüne kadar sesi pek az çıkmış bir kesimin kendini açık, seçik ifade ettiği en büyük gösteri oldu. Tandoğan Meydanı’nda toplananların bir bölümünü ben daha önce Hrant Dink’in cenazesinde de görmüştüm, Taksim’den Yenikapı’ya yürüyorlardı. Bu grup ideolojinin değil ülke çıkarlarının her şeyin üzerinde tutulması gerektiğini savunan insanların grubuydu. Toplumun barış ve hoşgörü içinde bir arada yaşayabileceğine inananlar bu kez aydınlık bir nisan günü Tandoğan Meydanı’nda laik Cumhuriyet Türkiye’sine sahip çıktılar. Başbakan Tayip Erdoğan ve AKP üyeleri lütfen alınmasınlar; 14 Nisan mitingi toplumun çok önemli bir kesiminin Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı olarak görmek istemediği anlamını da taşımıyor. Erdoğan’ı Başbakan olarak görebilen bir ülkenin vatandaşları, Cumhurbaşkanı olarak görmekte de aslında ciddi bir sorun telakki etmeyeceklerdi. Ancak seçimin hemen arifesinde gelinen bu nokta cumhurbaşkanının kim olacağından çok, o makamın AKP’nin radikal İslamcı tabanının görüşleri doğrultusunda “kullanılması” durumunda ortaya çıkacak sakıncaları yansıtıyor. Bu nedenle Tandoğan mitingi “Cumhuriyet değerlerinin AKP usulü demokrasiye kurban edilemeyeceği” şeklinde algılanmalı.
Söz konusu saptamayı mitinge kimlerin katıldığına baktığınızda zaten görüyorsunuz. Çoğunluğu kadınlardan oluşan bir grup, çoluk çocuk, bir protesto söyleminin tamamen uzağında, bir panayır havasında bir araya gelebiliyorsa, meselenin Cumhuriyet kaygısından kaynaklandığını söylemek zor olmasa gerek. Öyle ki bu satırlarda adını sık sık konuk ettiğim ana muhalefet partisi lideri Deniz Baykal bile torununu alarak gelmiş bu cumartesi panayırına. Siz bakmayın kürsüyü bulup da ucuz prim yapmak için işkembeden lakırdı sarf edenlere. Mitinge katılanlar ve söylenenlerin birbiriyle örtüşmediği o kadar açık ki, bu muhteşem buluşmayı “darbenin ayak sesleri” olarak nitelendirenler ya fazlasıyla maksatlılar, ya da değerlendirme yeteneklerini toptan yitirmişler. Ha bütün bunların ötesinde bir de gidemeyenleri hesaba katın. Kimine göre 300 yüz bin, kimine göre bir bir buçuk milyon kişinin katıldığı bu miting, aslında Atatürkçü Düşünce Derneği’nin örgütlemesiyle değil, kendiliğinden gelişti. ADD örgütlediyse bile, bu ne ortaya konan tabloya gölge düşürür, ne de darbe düşüncesi ile örtüşür.
Lakin her şeyin ötesinde, 14 Nisan’ın dolaylı olarak gösterdiği bir başka tablo var ki, beni her zamankinden daha fazla düşündürdü. O da böylesi büyük bir gösteriyi medyanın görmezden gelmesi, dahası saptırmaya çalışması. Bir ülkede olup biteni kamuoyunun detayıyla öğrenmesini, doğru değerlendirmesini sağlayan en önemli unsur bağımsız bir medyanın varlığıdır. Bağımsız, bağlantısız medya, olayları yorum katmadan aktarabildiği zaman görevini zaten layıkıyla yerine getirmiş olur. Her olup bitenden yazılacak bir şey çıkarmaya çalışan ve meseleleri kendi naçizane bakış açıları içerisinde değerlendirmeye çalışan benim gibi köşe yazarları olsa olsa işin tuzu biberidir; bilgisi olmayana bilgi vermekte çoğu kez zorlansalar da, fikri olmayana fikir vermek konusunda genellikle işlevlerini yerine getirirler. Oysa bağımsız medyanın olmazsa olmaz unsuru, olup biteni önemiyle orantılı olarak sayfalarına aktarabilmesidir.
Sizin ne kadar algı düzeyinize erişiyor bilmiyorum, bizim kütle medyamızda son yıllarda ciddi bir magazinleşme sorunu bulunmakta. Magazinleşmeyi lütfen sadece Hülya Avşar-İbrahim Tatlıses vb. ekseninde algılamayın. Magazinleşme hepimizin yaşamımızı sürdürmek, yani geçinmek için gerek duyduğumuz asgari ihtiyaçlarımızın tali olanlarla yer değiştirilmesi anlamına geliyor. Amacını aşmış futbol haberleri, olaylara suni olarak sokulan cinsellik, ya da daha geniş başlık altında toplarsak, yarışma programlarından, “talk show”lara dek manipüle edilen gündem, aslında magazinleşmenin açık göstergeleri. Bu magazinleşme saplantısı son aylarda NTV gibi düzeyli ve tarafsız bir kanala bile musallat oldu. Çoksatar gazetelerimizin İnternet siteleri bu yaklaşımdan özellikle nasibini almakta. Elektronik medya, basılı medyanın aksine, günün her saati gündem yaratabilmekte, bu özelliği farkındaysanız “anket düzenleyelim, pazarlık unsuru yaratalım” yaklaşımıyla örtüşmekte. Gazetelerin İnternet sayfaları, haberin önemini vurgulamaktan ziyade, rating kaygısına boğulmuş yanardönerliği yansıtır oldu.
Kütle medyasının patron baskısı altında olup olmadığı her zaman tartışılmıştır. Bu tartışmanın, yüzeysel bir analizle bile doğruluk unsuru taşıdığı yine son haftalarda iyice aşikar hale geldi. 14 Nisan mitinginin Türkiye’ye yansıtılmasındaki zaaf, haber kadrosunun deneyimsizliğinden değil, görüntülerin iktidar partisinin hiç hoşlanmayacağı kadar ciddi olmasından kaynaklanmakta. İşin kötüsü bu durum bazı köşe yazarlarının kalemlerindeki tutukluk, basiretlerindeki bağlanmışlıkla da ilişkili. Oysa bizim milletimiz yayın yönetmenlerinin “bir de şu taraftan bakmaya ne dersiniz” gibi hin fikirliliklerini bugüne dek hiç yemedi. Güneşi balçıkla sıvayamayacağınız gibi, kamuoyunu yanıltmaya çalışarak da olsa olsa saygınlığınızı kaybedip komik duruma düşersiniz.
Başta Başbakan Recep Tayip Erdoğan, ardından iktidar partisi AKP, muhalefet partisi CHP, sahip oldukları medyayı pazarlık unsuru yapabileceğini sanan patronlar ve söz konusu sütunları süsleyen yazarlar neden var olduklarını, yani amaçlarını çok çok iyi düşünmelidir. Bizim topyekun olarak ancak tek bir hedefimiz olabilir, bu da gelecek nesillere daha iyi bir ülke bırakmaktır. Herkesin doyabileceği yiyecek miktarı, uyuyabileceği döşek evsafı, hatta “patlatabileceği şampanya sayısı” bile bellidir. Daha eşit, daha uygar, daha eğitimli, daha sıkıntısız ve daha mutlu bir Türkiye yaratmanın cumhuriyet değerlerine sahip çıkmak, çok çalışmak ve kazandığını da adilane paylaşmak dışında bir yolu olduğunu bilen varsa bana da anlatsın.