Başbakan’ın Davos zirvesini terk etme destanını hepimiz izledik. Doğruya doğru, ülkesine inanan herkesin gururunu okşayacak bir “hareket çekti”. Bu hareketin önceden planlanmış olup olmadığı ayrı bir konu (planlanabilir, koşulların doğru gelişmesi durumunda gerçekleştirilebilir, örneğin Serdar Turgut 31 Ocak tarihli yazısında tanık olduğu bir başka örneği anlattı). Başbakan’ın çıkışını o toplantı çerçevesinde haklı hale getiren kötü toplantı yönetimi, çıkışının koşullarını da hazırladı. Buna karşılık Başbakan’ın savunduğu “Gazze’deki çocuk ölümlerinin” kendi içinde çelişen açıkları bulunmakta.
İsrail ve Filistin arasında yıllardır süren meselenin sadece onları ilgilendirdiği kolaycılığına giremeyiz, hem de iki nedenden ötürü giremeyiz. Madem aynı dünyada yaşıyoruz, komşu bir ülke vatandaşlarının dengesiz güç gösterisi altında yaşamlarında olmaları bizi insan olarak bağlar. İkincisi, bugün sessiz kalıp geçiştirmeye çalıştığımız durum, yarın bir gün bizim başımıza geldiğinde (Kıbrıs sorununu hatırlayın), kendi haklılığımızı anlatacak müttefik bulmakta da zorlanırız. Bu nedenle Başbakan’ın Davos çıkışı aslında insanlığa verilen bir derstir.
Ne var ki Başbakan’ın çıkış noktası Filistinli sivillerden, Hamas’a doğru kaymaya başladığında durum değişir. İsrail’in Filistin karşısında dengesiz güç gösterisinde bulunmasının pimini çeken unsur, Hamas’ın Gazze’deki sivil binalardan gönderdiği roketlerdir. Bu roketler can kaybına neden olmamış olabilir, ancak konfeti yüklü olduklarını da kimse söyleyemez. İsrail-Filistin hattının karşılıklı nefret alışverişinde hem İsrail hem de Hamas da bir o kadar günahkardır. Üstüne üstlük, Hamas’ın dünya algısında çocuk ölümleri, üzüntünün siyasi olarak pirimlendirilmesidir.
Öte yandan, Filistin’de ölen çocuklar için gösterilen duyarlılık, mesele Türkiye’deki sorunlar olduğunda sessizliğe dönüşürse, ben Başbakan’ın çıkışındaki samimiyetten de kuşku duymaya başlarım. Çok değil altı ay önce bir Kuran kursu binası çöktü ve onlarca çocuğumuz altında kalarak can verdi. Bu kepazelik için bir dava bile açılmadıysa, Davos benim algımda iç ve dış politikaya yönelik bir “şov”a karşılık gelir. Ayyuka çıkan yolsuzluk söylentileri, yani tüyü bitmemiş yetimlerin yenen hakları, bir soruşturma konusu bile olmazsa, Gazzeli çocuklara atfen söylenen sözler bütün inandırıcılığını yitirir. Bir delikanlı orada öyle burada böyle olmaz. Gazze’de aranan adalet, mesele silah anlaşmalarına gelince, tohum tekellerine erince üstüne bir bardak su içerek kapanmaz. Yani, Başbakan’ın Davos çıkışı Türkiye’nin varlığını göstermesi açısından mükemmeldi, ama yetmez. Bina altında kalan çocukların çığlıklarını, eve yiyecek götüremeyen ana-babaların feryatlarını, üç kuruş kazanmak için gece yarılarında kağıt mendil satan ninelerin yalvarışlarını havaalanında atılan nutuklar ne kadar gür çıksa da örtmez.
Yeniden hatırlatayım, bundan yıllar önce, AKP’nin gene seçimi kazandığının gecesiydi. Başbakan Erdoğan o gün de bir o kadar duygulu, belki de biraz şaşkındı. “Kimsesizin kimi olacağız” demişti de, ben de içimden “bunu yapabilirse her şeyi değiştirir” diye geçirmiştim. Ne yazık ki beklentim karşılık bulamadı. İşin tuhaf yanı ben Başbakan’ın samimiyetsiz olduğuna da hiçbir zaman inanmadım. Yapısındaki Kasımpaşalılığın, sözünü tutmasında bağlayıcı olacağına güvendim. Ya ülkenin Başbakanlık makamından görünümü benim gördüğümden farklı ya da çevremdekiler benim salak derecesinde saf olduğumu söylemekte haklı.
Not: Muhalefetin sesi neden bir anda kesildi ki? Başbakan iç politika tartışmasını değil, Davos’u terk etti. Oysa bizim iç sorunlara yönelik sıkıntılarımız unutulsa bile sürmekte. Başbakan Davos çıkışının karşılığını yerel seçimlerde elbette alacaktır. Peki muhalefet “delikanlılık” konusunda neden bu kadar kısır? Sorgulamak hiç akıllarına gelmez mi?