Geçtiğimiz haftalarda Sağlığa Erişim Derneği (SERDE) tarafından düzenlenen “Yeni Milli Gelir Serisi ve Sağlık Harcamaları” paneline konuk olduk. Toplantının amacı sağlık sistemimizdeki aksayan yönleri tespit etmek ve yeni gelir seviyesine göre rakamların güncellemesini sunmaktı. SERDE temel olarak hastaları temsil etmek amacıyla kurulmuş olan bir dernek, Sağlık Eski Bakanı ve SERDE Yönetim Kurulu Başkanı M. Kazım Dinç, bu amaçla şubat ayında Dünya Hasta Örgütleri Birliği’nin (AIPO) toplantısına katıldıklarını ve 2010 yılında yapılacak olan toplantının İstanbul’da yapılmasını önerdiklerini belirtti. Dahası bu yıl sonuna doğru düzenlenmesi planlanan Birinci Sağlık Zirvesi’ni de duyurdu. Daha sonra Doğan Sağlık Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Gündüz Tezmen’in yönettiği panelde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hakan Yılmaz’ın konuşması temelinde Özel Hastane ve Sağlık Kuruluşları Derneği Başkanı Yaşar Yıldırım ve Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nden Çetin Değer’le birlikte sağlık sisteminin sorunlarını tartıştık.
Özel sağlık sektörü krizin eşiğinde
Toplantıda varılan genel sonuç kuşkusuz sağlık sistemimizin genel görünüm itibarıyla iyi bir noktada olmadığıydı. Bu durumun aslında iki önemli gerekçesi bulunmakta, birincisi sağlığa ayrılan para yetersiz ve giderek daha yetersiz hale geliyor. Ama en az bunun kadar önemli ikinci nokta ise, Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere, merkezi otoritenin özellikle özel sağlık kuruluşları üzerinde baskıya varan bir denetim sistemini başlatmış olması. “Baskı” kelimesini açıklamaya çalışalım, hizmeti tanımlayan, hizmeti fiyatlandıran, neye ne kadar ödeneceğini saptayan, üstelik bütün bunları denetleyen tek bir otorite bulunmakta. Konuyu “latif” örneğiyle açıklamaya çalışırsak, “devlet idrar tahlili için sadece 1 YTL ödemeyi vaat ediyor. 1 YTL bugün için zaten sokaktaki umimi tuvaletlerde alınan para. Bu durumda hastane yakınından geçen bir vatandaş, ihtiyacı için hastanenin laboratuarını kullansa, üzerine bir de idrar tahlili edinmiş oluyor”. Gerçekçi olmayan bu rakamlar çerçevesinde düşünüldüğünde, özel hastane işletmek olanaksız hale geliyor. Devletin hizmet alımına gittiği kamu ve üniversite hastanelerinde de durum asla farklı değil. Üstelik buralarda devlet hastane döner sermaye alacaklarını, “üzerine bir çizgi çekerek” silebiliyor. Bu tanımlanan koşullarda sağlık sisteminin orta vadede bile ciddi sorunla karşı karşıya kalacağını varsaymak inanın kötümserlik olmayacaktır.
Harcamalar neden artmakta?
Dünya verilerine bakıldığında, sağlık harcamaları reel olarak birçok ülkede artmakta olduğu görülüyor. Örneğin OECD ülkelerinde 1990’lı yıllarda gayrı safi milli hasılaya olan oran yüzde 7’ler düzeyinde iken, 2005 yılında yüzde 9,4’e ulaşıyor. Nitekim, OECD ülkelerinde yıllık bazda sağlık harcamaları 2000-2005 arasında yıllarda hızlanmış ve kişi başına reel olarak sağlık harcamalarındaki artış ortalama yüzde 4,5 düzeyinde gerçekleşiyor. Buna karşılık Türkiye’de ise OECD verilerine göre kişi başına sağlık harcamalarındaki reel artış ortalama yüzde 9,1 oranında. Bu rakamlara bakıldığında, şu saptamaya gitmek kaçınılmaz görünüyor; “sağlık harcamaları bütün ülkelerde artmaktadır, ancak Türkiye’de daha fazla artmaktadır. Peki neden?
Bu sorunun yanıtını vermek elbette parayı nereye harcadığımızı saptamak açısından önemlidir. Ancak sağlık sektörünün içinde olan ortalama biri, bu harcamanın karşılığını alamadığımızı da çok iyi biliyor, daha çok harcıyoruz, ama daha sağlıklı değiliz. İşte esas yanıtını vermemiz gereken soru bu saptama temelinde beliriyor. Bizim bu soruya verecek tek bir yanıtımız yok. Ancak olası pay sahibi bir dizi yanıtı kolaylıkla sıralayabiliriz: (1) Tıp fakültelerinde eskisi kadar iyi eğitim verilememesi, sağlık harcamalarının karşılıksız olarak şişmesine neden oluyor. (2) Yapılan harcamalarda “maliyet-fayda” analizlerini yeterince iyi yapamıyoruz. (3) Koruyucu hekimlik çalışmalarına (başta aşılama olmak üzere) verdiğimiz önem giderek azalıyor, bu durum ileride maliyet baskısını artıracak en önemli unsur. Ve (4) kaçınılamaz olarak nüfus yaşlanıyor, yaşlanan nüfusun sağlık harcamaları artıyor. Bu sayılan bir dizi gerekçeden hangilerine nasıl müdahale edileceği aslında son derece açık, özetle, derinliksiz popülist politikalardan vazgeçilmediği sürece “iyileşme” mümkün değil.