İçerisinde bulunduğumuz günler son dört haftanın değil, 22 Temmuz’la başlayan sürecin bir devamı. Seçimin akabinde AKP Hükümeti nedenini kendileri de açıklayamadıkları oy artışına ve CHP başta diğerlerinin politika üretmek konusunda yetersizliğine rağmen, aşikar bir duraklama dönemine girdi. Bu duraklamanın örtüsü olarak gündeme getirilen türban, özgürlük arayışının simgesi değil, ne yapacağını bilememenin (Sağlık ve Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı, Kuzey Irak Harekatı vb.) kurtarıcısıydı. Buna karşılık APK iki kolay konuda yürüyüşünü sürdürdü, bunlardan biri, devletin her alanında kadrolaşmaktı (bakanlıklar, YÖK vb.), diğeri ise özelleştirme olarak güzelleme yapılan “satma ve parasını yeme” yaklaşımıydı. Değirmeni çevrilebilmek (dış faiz borcunu ödeyebilmek) için gereken kaynak, özelleştirmeden gelecek para ve vatandaştan kesilecek ek vergilere endekslendi.
Sakın bu sözlerime bakıp özelleştirmenin tamamen karşısında olduğumu düşünmeyin. Ancak özelleştirmenin bir mantığı vardır, birincisi satılacak şey yerine konamayacak bir “değer” olamaz, ikincisi satılacak şeyi yenilemenin toplam maliyeti elde edilecek faydanın getireceğinden yüksek olmalıdır ve üçüncüsü gelir istihdam ve kaynak yaratacak yeni yatırımlara harcanır. Yani özelleştirme hantal olanın, “verimli” ve gerekli olanla değiştirilme operasyonudur. Şimdi bu mantık içinde düşünün ve kendinize sorun “Türkiye sattıklarının yerine yeni ne koymuştur?” Benim yanıtım “hiçbir şey”, o halde özelleştirme denen bu şeyin anlamı aslında ülkenin varlığını satmak, günü kurtarmak, arada nemalanmaktır.
Özelleştirmenin yakın hedefleri arasında artık TRT’nin de adı dillendirilmeye başlandı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, TRT’nin özelleştirilmesi gerektiği konusunda beyanatlar vermesinin ardından, meselenin sessizce halledilebilmesi için önce “yeniden yapılandırma” söylemi gündeme getirildi. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in göreve geldikten sonra hazırlattığı kanun taslağına göre, bölge müdürlükleri kapatılırken kurumda çalışanların durumu gözden geçirilecek, bu amaçla hazırlanan çanak bir “memnuniyet anketi” doğrultusunda, kadronun bir kısmı havuza aktarılarak bambaşka yerlerde görevlendirilecek. Yine aynı hedefe yönelik olarak İzmir, Antalya, Çukurova, Diyarbakır, Erzurum ve Trabzon bölge müdürlüklerine son verilirken, bunun yerine küçük büroların kurulması planlanıyor. TRT’nin Ankara’daki genel müdürlük binasının ise İstanbul’a taşınması da tasarıda yer alıyor.
“TRT’nin satışına” ancak sıra geldiyse, inanın bu AKP Hükümeti’nin TRT’yi devletin değil, kendisinin yayın organı olarak kullanma lüksünü kaybetmemek isteğindendir ta ki yarattıkları yandaş televizyon, gazete ve gazetecilerinin yeterli olduğuna kanat getirene kadar. Nitekim TRT Radyo 3 İngilizce spikeri Michael Devantry, Sabah yazarı Mehmet Barlas’ın TRT ile ilgili yazısını Medyatava’ya gönderdiği bir e-posta ile değerlendiriyor. Şöyle diyor özetle Devantry: “Yaklaşık bir senedir TRT’nin Dış Yayınlar Başkanlığı’nda çalışmış birisi olarak, (Barlas’ın) TRT’nin başına bir finansmancıyı getirme önerisi, kendisinin bir gazeteci olarak TRT’yi tanımadığını gösteriyor. Onunla beraber TRT içinde ve dışında çalışan birçok kişinin yaptığı en büyük ayıp, TRT radyolarını ıskartaya çıkarmaktır. TRT’yi bir “devlet kanalı”, ya da “devlet televizyonu” olarak ifade etmek çok yanlış; TRT bir “devlet yayıncısı”dır. Radyo bölümü televizyon bölümünden çok daha uzun ve köklü bir geçmişe sahiptir. 50’li ve 60’lı yıllarda adeta bir kültür oluşturmuştur Türkiye çapındaki evlerde. Ülkemizde radyonun tekrar canlanmasını sadece TRT gerçekleştirebilir. Özel radyoların böyle bir projeyle ne ilgisi olur, ne de mali bir çıkarı”. Mesele burada kalmıyor, Soros’a bağlı olarak çalışan Açık Toplum Enstitüsü yakın zamanda “Kamu yayıncılığı gerekli mi” ve “Kamu yayıncılığı nasıl daha iyi yapılır” başlığı altında iki toplantı gerçekleştirdi. TRT’nin elindeki tek örgütlü güç olan Haber-Sen üyeleri bir basın açıklamasıyla, toplantıyı ve katılımcıları protesto ettiler. Benzer bir protesto eylemi de (planda değişiklik olmazsa) 31 Mart 2008’de Galatasaray’da gerçekleştirilmiş olacak.
Ey sevgili vatandaşım, TRT gerek arşivi, gerek geçmişi ve gerekse geleceğiyle bizim tarihimiz. Olağanüstü kadrosu ve teknik donanımına rağmen üretken olamıyor, reyting alamıyor ve zarar ediyorsa, bunun nedeni malzemeden helva yapmayı başaramayan yönetimi, kurumun özerkliğini hiçe sayıp onu kendi suyunda salınmaya bırakan AKP Hükümeti’dir. Ve dahası, “devletin sesi” de mi parayı verene satılmalı?