Geçen haftaki yazım üzerine çok sayıda mesaj aldım, bana düşüncelerimde yalnız olmadığımı anlatan sözlerinizden ötürü teşekkür ederim. Ne var ki, mesele sadece CHP ile de bitmemekte. Sizinle çok defa paylaştığım gibi, Türkiye’yi ileriye taşıyacak yeni bir anlayışa gereksinim bulunmakta. Bu gereksinimin birinci nedeni denge unsurlarının ortadan kalkmasının meydana getirdiği çarpıklığın ortadan kaldırılması, ikinci nedeni de Türkiye’nin ileriye dönük en az 20 (tercihen 50) yıllık vizyonunun seçenekleriyle birlikte “akıl ve bilgi” temelinde ve “çıkar gözetmeksizin” oluşturulması. Bu anlayış bir sol parti mi olmalıdır sorusunun yanıtı da “herkesin hakkını gözetecek” bir düşünce yapısıyla başladığınızda kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ne var ki bizim ülkemizde özellikle sol, dünya algılayışındaki farkının sonucu olarak çok fazla törpülenmiş ve bölünmüş durumda, bu dağınık yapının bir şekilde birleştirilmesi gerekiyor. Benim kafamda naçizane yarattığım model doldurulamamış ideolojiyle değil, insan hakları, canlı hakları, geleceğin yaşanabilir bir ortamda gerçekleşmesi, yetişen yeni nesillerin bireysel sorumluluklarını idraki ve hakkaniyet prensibi çevresinde şekilleniyor.
Oysa Türkiye’de siyasi yapılanma, Batı’daki örneklerinin aksine, sadece lider çerçevesinde oluşuyor, çıkarı olanlarca “karşılığını almak koşuluyla” destekleniyor. Bu süreç günün birinde öyle bir noktaya ulaşıyor ki, lider parti içindeki her şeyin mutlak hakimi konumuna varmakla kalmıyor, sistemi kendisi ve yandaşları dışında işleyemez hale getiriyor. Lider kurduğu katı koşulları kendi ya da “yakın çevresi” çıkarlarına kullanmaya başladığında bile yeri sarsılmaz biçimde korunuyor, “akıl ve bilgiden” uzaklaşıp, kısa vadeli çözümlerle yetinir hale geldiğinde de bir değişiklik gözlenmiyor. Ne hazin ki, böyle süreçler kendi taban dinamikleriyle değil, ancak “dış dinamiklerle” sarsılabiliyor.
Dahası benim çevremdeki insanlar, Türkiye’de herhangi bir konuda herhangi bir kapsamlı değişikliğin olabileceğine inanmıyorlar. En kötü olan şey işte bu inançsızlık hali, bunu aslında “ölü toprağı serpilmiş” olarak tanımlamam yanlış olmayacak. Birileri bir şey için çabaladığında yel değirmenlerine karşı savaştığını düşünmekle kalmıyor, bir de gülüyorlar. Dertleştiğim için hoşgörün, örneğin kısa süre önce paylaştığım İstanbul Üniversitesi rektör seçimleri için “kalite” arayışını “romantiklik”, ülke geleceği için “yeni anlayış” uğraşılarını “boşa zaman kaybı” olarak nitelendiriyorlar. Kimse taşın altına elini sokmak istemiyor, ama Hatırla Sevgili’yi izleyip, Adnan Menderes’e üzülüyor, Deniz Gezmiş için ağlıyorlar. O insanların neden ölüme yürüdüğünü düşünen (düşünmek isteyen) hiç kimse yok. Oysa bugün de aktörler dışında değişmiş bir şey yok, iktidar, vali, biat erbabı emniyet müdürü ve hülasası yine kendi vatandaşını dövüyor. Ama benim çevremdekiler yaşamı zaten televizyon ekranından izliyor.
Şimdi sizden cevabını düşünmenizi istediğim sorularım şunlar:
1. Türkiye’de akıl, bilgi, vatan sevgisi, duyarlılık ve ahlak sahibi insanlar geniş katılımlı örnek bir siyasi yapılanmayı başlatabilirler mi?
2. Akşam eve gidip televizyon seyretmek yerine, kaç kişiyle olursa olsun, en azından bazı akşamlar bir araya gelip düzenli ve disiplinli çalışacak bir ritim tutturulabilir mi? Bu çabalar bir ürün doğurduğunda, ülke geneline başarıyla genişletilebilir mi?
3. Böyle bir yapılanmayı mümkün görüyorsanız, asgari maddi güçten fazlasını gerektirmeksizin bu yapılabilir mi? Yani böyle bir siyasi hareket, milyon dolarlarca para olmadan da gerçekleştirilebilir mi? Ekonomik destek verebilecekler, bu destekleri karşısında “parayla satın alınmış mevki ya da kazanç” talebi olmadan da eşitlik prensibinde çalışabilirler mi? İletişim kütle medyasına ihtiyaç duymaksızın, özellikle e-posta vb. yollarla geliştirilebilir mi?
4. Bu çabalar bir siyasi harekete dönüşmese bile Türkiye için “tabandan katılımlı temel plan” hazırlayacak sabır ve uzlaşı zemini yakalanabilir mi?
Türkiye’de geleceğe dönük bir şeyler yapamıyor olmanın sıkıntısı içinde olan çok fazla yetişmiş insan bulunmakta. Bunların büyük bölümü kendi alanlarında nitelikli ve derinlikli bilgi sahibi, bir bölümü iletişim becerilerine, bir bölümü eşdümlü çalışma düsturuna sahip. Ama mevcut siyasi sistem ve anlayış onları çaresizliğe itiyor. Benim kişisel inancım her şeyin mümkün olduğunu söylüyor, ama nasıl, “ancak ve ancak birlikte çalışmamız koşuluyla”. Duyarlı kesimin, hamasi konuşmalar, içi doldurulamamış “Vatan-Millet-Sakarya” söylemleri olmadan da harekete geçirilmesi mümkün ve en önemlisi, ancak böyle bir yaklaşımın sağlıklı ve kalıcı olacağına inanıyorum.