Bizim dünyada olasılıkla başka hiç bir coğrafyada görülmeyen en önemli özelliğimiz dünya işlerini “futbol taraftarlığı” çerçevesinde değerlendirme başarımızdır. Bu yaklaşımı siyah-beyaz kontrastı biçiminde de düşünebilirisiniz. Ara tonların hiçbirinin bulunmadığı mutlak siyah ve mutlak beyaz bir dünya algısı, biraz kafa yorarsanız, yaşamın kenar çizgilerinden (sınır, kontur) ibaret olarak algılanması anlamına gelir. Futbol taraftarlığının bile “iyi oynadık, hakem yanlı karar verdi” şeklinde tonları olabilecekken, siyah beyaz dünya algısının başka bir tanımı bulunmamaktadır. Örnekler vereyim, ailenin dışındaki herkes başkasıdır, biz Türküzdür, diğerleri başka milletlerdendir, biz Müslümanızdır, diğerleri gavurdur… Dahası biz iyiyizdir, onlar kötüdür, bizim görüşümüz haklıdır, diğerlerinin ki değildir, biz dürüstüzdür, diğerleri sahtekardır, velhasıl bizim inancımız doğrudur, diğerlerininki ise elbette yanlıştır.
Ara tonların bulunmadığını iddia etmek, diğer renklerin var olmadığını savunmak, elbette onların varlığını tamamen reddettiğimiz anlamına gelmez, zaten her türlü tartışmanın başına bu cümleyi koyarak başlarız. Ancak artık daha fazlasını tartışmaya gücümüz olmadığından mı, yoksa mantıklı sözler oluşturacak birikimimize mi güvenmeyiz bilinmez, aslanlar gibi tartışır (daha doğrusu lafı evirir, çevirir) sonunda kendi algımızın dışında bir evren bulunmayacağını açıkça beyan edip ancak öyle dururuz. Tartışmalarımız bu nedenle ara tonlara, farklı renklere değinme eğiliminde değildir, bizim dünyamızın gerçekleri sadece bizim sınır çizgilerimizdir. Biz için için olmasa da, dışın dışın, sadece kendi çizgilerimizin doğru olduğuna inanırız.
Ara tonları, farklı renkleri olmayanların, farklı dünya görüşleri konusunda arayışları olmadığı gibi, anlayış geliştirmeleri de beklenemez. Farklı olanı aramak, eğer birikiminiz yeterli değilse, kendi sınırlar dünyasının dışında kaybolmak riskini taşır. Başkasını anlamaya çalışmak çabası, “kapılıp gitmekle” özdeşleştirilir. Dolayısıyla değil dinlemek, sesini duymanın bile kabul edilemez olduğu anlayışı benimsetilmeye çalışılır. Bu filmde kültürel etkileşime de asla yer yoktur. Mutlak siyah-beyaz dünyanın güvenli çizgileri, bizim yaşamımızın da korunaklı “mapushanesi” olagelir.
Yukarıdaki üç paragrafı, çok değil sadece geçen haftanın gündem başlıklarıyla eşleştirin. Türban taraftarları ve karşıtlarının gri tonda buluşmaları mümkün değildir, hükümet ve muhalefet birbirlerini ağızlarıyla kuş tutsalar bile asla alkışlamazlar, kadın-erkek ilişkilerinin tarafları için hep ayrı doğrular vardır, Türkler ve Kürtler hep ayrı dünyanın çocuklarıdır, dünya dinleri aynı tanrıyı tanısa da “benimkisi ve diğerleri” olarak sınıflandırılır. Bizden olanın söylediği hep doğrudur, hep doğruyu yapar, bizden olmayanın ise düsturu yalan, yaptığı yanlıştır her zaman.
Uygarlığın ne teknoloji ne de modernlik olmadığını çok defalar anlatmaya çalıştım. Uygarlık konusunda benim bulabildiğim tek cevap “patikaların da ayrıntıyla tanımlanması” oldu. Her yere otoban ve bulvar açamazsınız, ama başkalarının gide gele yarattığı bu patikaları iyi bilirseniz, yolculuğunuz daha kolay, daha kısa ve daha verimli geçecektir. Yaşamınızı siyah-beyaz kenar çizgilerinden tonlara ve renklere geçirmenizin anahtarı da bu patikalardır.
İlerleme dediğiniz şey de birilerinin keşfettiği bu patikaların yeni bulvarlar oluşturmasından başka bir şey değildir.