Türkiye’nin iyi bir temizlenmesi gerekiyor!

Bizim bir ülke olarak artık iyi bir temizlenmemiz gerekiyor. Geçen hafta vurgulamıştım, herkes bulunduğu noktadan iki adım geri çekilip önceliklerini düşünmek durumunda. Nasıl mı? Siyasi partiler kendine sormak durumunda, “bizim önceliğimiz nedir, siyasi inancımız mı, yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin geleceği mi?”  Belediyeler sorgulamak durumunda, “bizim önceliğimiz işin yapılması mı, yoksa gereksiz ihaleler açıp yandaşlarımızı zengin etmek mi (Beyoğlu’nun yolları bir yılda üçüncü kez değişiyor)? Aynı şekilde meslek grupları da düşünmek durumunda. Mesela doktorlar, ”bizim önceliğimiz nedir, para kazanmak mı, yoksa mesleğimizi icra etmek, hastaların dertlerine derman olmak mı?” diye sormalılar kendilerine. Odalar da sormak durumundalar, “biz ne iş yaparız, bizim işimiz mensuplarımızın haklarını korumak mıdır, yoksa siyaset yapmak mıdır” diye. Hele hele sendikalar, sanki onların geri kalır yanları mı var?

Gün geçmiyor ki bir yanlışlık, bir saçmalık yaşanmasın. Herkesin bildiklerini kısaca hatırlayalım mı? Ormanlarımız yanıyor, “kene sorunu kalmadı” şeklinde komik bir açıklama geliyor. Kuraklık haritayı değiştirmiş, kaynaklar tüketilmiş, Tuz Gölü küçülüyor. Melen Çayı da kuruduğundan boru hattı yapıldığıyla kaldı. Derken iş insanlara bulaşıyor. Eksik yapılan kurs binaları patlayıp çocuklarımız ölüyor, “denetlemeyenlere” bir şey sorulmadığı gibi, anne babaları bile şikayetçi olmuyor; neymiş, “şehit olmuşlarmış”. DİSK’e bağlı Lastik-İş Sendikası’nın dokuz yıllık başkanının maaş dışında geliri yokken, trilyonlarca liralık mal varlığı olduğu anlaşılıyor. Sokaklarda engelli vatandaşlarımız adına gazeteler satılıyor, hem de yüzde yirmi beş komisyonla (kokusu yakında çıkacak demektir). Türkiye’nin en zengin adamlarının ipliği birer birer pazara çıkarken, yaptıkları usulsüzlükleri anlatan gazetelere yayın tedbiri getiriliyor. Şeriat yanlısı olabilecek kadar tutucu bir köşe yazarı on dört yaşında bir kız çocuğuna tasallutta bulunuyor. Bir siyasi parti liderinin yasak aşkı bunların yanında neredeyse “ulvi” kalıyor.

Kısacası Türkiye’nin artık keselene keselene yıkanması gerekiyor. Herkes şöyle bir oturup kendini “ne” olarak tanımladığını iyice düşünmeli: “Ben siyasi liderim, ben doktorum, ben akademisyenim, ben tüccarım, ben başkanım, ben sağcıyım, ben solcuyum, ben aşığım”. Kendini ne olarak görüyorsa önce onu olmalı, sonra diğerini, hem de birbirine karıştırmadan, ve her halükarda denilmeli ki, “ben dürüstüm, ben dostum”.. Bir doktor hastaların canını yakmadan ayda iki yüz bin dolar kazanamaz. Bir sendika başkanı, düz maaşla milyarder çıkamaz. Çocuğunun canına değer vermeyen anne-baba olarak adlandırılamaz.

Dahası benim vardığım nokta çok ama çok daha beride, doğduğum noktadan sadece bir adım ileride: “Benim karnım bir tas çorbayla doyar, başımı sokacak küçük bir evim var ve üç kedi üstüne koyabildiğim yegane varlığım. Kendimi ve ailemi geçindirecek kadar kazanıyorum. Hatta daha fazlası, dilencileri de sıkıntıya düşmeden görüyorum.” O halde nedir bu hırs, nedir bu açgözlülük, nedir bu uçlaşmalar? Kefenin cebi yok, dünyadan alabileceğiniz arazi iki metreye bir metre bir çukur, onu da zaten veriyorlar, siz istemeseniz bile. Bizi değerli kılan giydiğimiz markalar, bindiğimiz arabalar da değil, o halde öncelikle insan olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Velhasıl çok iyi düşünüp bir güzel temizleneceğiz, yıkananlar da kirli kalmakta ısrar edenlere “kokuyorsun!” diyeceğiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir