Geçtiğimiz hafta gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında çok olumsuz gelişmeler yaşadık. ABD’de patlak veren ekonomik kriz, bunun yurtiçine yansımaları derken, terör örgütü PKK’nın saldırısında verdiğimiz şehitler, işi ekonomik gündemden yeniden ülke bütünlüğü gündemine taşıdı. Ben bugün size yeniden bunlardan bahsetmek istemiyorum. Ancak insanların başlarına gelen felaketlerin en gerisinde, en temelinde yatmakta olan dürtüleri anlatacağım ki, bu dürtüler eğitimden işe, sevgiliden aileye kadar ne varsa hepsi için de belirleyicidir. Herkesin karnı tok, sırtı pek ve başını sokacağı sıcak bir yuvada yaşaması mümkünken, bunun gerçekleşememesinin temelinde de yine aynı dürtüler yatmaktadır. Biz bu dürtülerin hepsine birden “hırs” adını veriyoruz.
Ben başlıca dört hırs tanımlayabildim, bunlar saplantı haline gelmiş aşk, şöhret, makam ve zenginliktir. Ancak konuya benden daha derinlemesine bakanlar eminim daha başkalarını da tanımlamayabileceklerdir. Hepsinin temelinden yatan ortak dürtü sahip olma isteği olsa da, birbirleriyle etkileşim içindedirler ve onları ortak kılan nokta “artmaya yönelik” olmalarıdır, yani yetinememektir. Dahası sınır tanımamak, daha fazlasını istemek sadece insana ait bir özelliktir. Ne var ki daha fazlasını istemek bir diğer bakış açısından ilerlemenin de temel unsurudur. Normal telefonlardan cep telefonlarına, daha sonrasında görüntülü sistemlere geçişi hatırlayın, bunlar çok ama çok kısa bir zaman süreci içerisinde gerçekleşmiştir.
Yetinmemek ve daha fazlasını istemek aynı zamanda başlı başına bir risktir. Akılla bağdaşmayacak riskin çoğunluk tarafından tercih ediliyor olması krize neden olur, çünkü bir balon şişirilmiştir ve balonu o şekilde tutmak için gereken hava ve basınç sağlanamazsa, birden sönecektir. Nitekim bugün ABD’deki “mortgage” krizinin çıkacağı en az iki yıl önceden öngörülmüştür. Fiyatı piyasa belirler, siz piyasayı suni olarak şişirirseniz, insanlara karşılığı olmayan parayı pompalarsanız, hırslarını kontrol edemeyenler buna hayır diyemeyeceklerdir. Sonunda bir gün gelir, bütünüyle şişmiş olan piyasa birbiriyle iş yapamaz (kırılgan) hale gelince balon büyük bir hızla sönmeye başlar. Sizin kendinizi bu durumdan çekip kurtarmanız genellikle mümkün olmaz. Bu durumda devletten müdahale beklersiniz. ABD krizinin yeniden göstermiştir ki, “güçlü bir devlet” gereklidir. Devletin özellikle sağlık, tarım gibi alanlardan tamamen çıkarılması mümkün olmamaktadır. Zira insanların üç temel gereksinimi sağlık, beslenme ve barınma çatısı, altında bulundukları devletin sorumluluk alanına girer. Elbette herkes lüks şartlarda yaşayamaz, ancak devlet onlara asgarisini sağlayabilecek güce sahip olmak durumundadır.
İnsanların zaman zaman yükselen milliyetçilik akımlarının belki bir sonucu olarak anlamakta zorlandıkları bir diğer unsur da, hırsın milliyet düzeyine taşınmasıdır. Dünyanın fiziki olanakları bütün milletlerin ayrı bir devlet yapısı oluşturmasına imkan sağlamamaktadır. Hırsların dizginlenmemiş olduğu bir ortamda bu ısrar olsa olsa savaş getirir. Ancak milletlerin ortak bir devlet çatısı altında yaşayabilmelerini olanaklı kılmak da yine devletin sorumluluğundadır. Devlet vatandaşlarına yerleşmiş oldukları fiziki özelliklerden ötürü ayrıcalık tanıyamaz, böyle bir ayrıcalık (gelişmiş-az gelişmiş bölgeler) zaman içerisinde kendiliğinden oluşuyorsa bunu bilinçli olarak dengelemek durumundadır. Geçen hafta yaşadığımız gibi, söz konusu müdahale sınır dışından geliyorsa, devlet oradaki karakolunu da olası en büyük önlemlerle korumak durundadır. Vatandaşları arasındaki ayrımları ortadan kaldıran (hırsın oluşmasını engelleyen sosyal yaklaşım) ve önlemlerini de yeterince ciddi düzeyde alan bir devletin zaaf içine düşmesi beklenemez.
Sözün özü, herkesin asgari gereksinimlerini bugünkünün çok üzerinde karşılayabileceği bir dünya modeli bile mümkündür. Yeter ki insanlar kişisel hırslarını disiplin altına almayı bilsinler, devletler de devlet olma işlevlerini göz ardı etmesinler.