Ramazan sohbetlerinin başlangıcı: Herkes Kitap’ı kendi anladığı biçimde okumalı!

Ramazan geldi, hoş geldi! Ben de bu vesile ile bir süreden beri anlatmayı istediğim konuları daha bir gönül rahatlığıyla işleyeceğim. Yazmayı istediğim ilk konu Kitap’ın, yani Kuran’ın okunmasıyla ilişkilidir ki, bence özel bir önem taşıyor. Neden bu kadar özel önem taşıdığını izninizle arz edeyim. Hepinizin bildiği gibi, bütün semavi dinler için indirilmiş kitaplar vardır. Bu kitapları okuduğunuz zaman, önemli bir bölümünün benzerlik taşıdığını görürsünüz. Örneğin dünyanın ve insanın yaradılışına ilişkin bölümler benzerdir. Dahası, söz konusu bölümler Mayaların kutsal kitabı Popol Vuh ve Sümerlerin kutsal kitabı Enuma Eliş’le de benzerlikler gösterir. Bu “benzerlik” tanımlamasını bazıları “sonraki kitapların öncekilerden esinlenmesi” olarak tanımlama hatasına düşerler ki, bu şu nedenlerle tamamen yanlıştır: Birincisi, aralarında binlerce yıllık zaman kesitleri mevcuttur, matbaanın olmadığı, yazının çoğaltılamadığı, üstelik binlerce yıllık zaman kesitlerinde “esinlenme” lafının akılla bağdaşır bir yanı yoktur. İkincisi, söz konusu yazılar birbirlerinden coğrafi açıdan çok uzak mekanlarda ortaya çıkmıştır, ulaşımın mümkün olmadığı bu kadar uzak coğrafyalarda, kayıtların bu kadar uzak mekanlara taşınabilmesinin de akılla bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. Dolayısıyla “esinlenme” tanımlaması olsa olsa inanmaya korkanların kolaya kaçmalarından ibarettir.

İnsan neden inanmaya korkar? Aslında bu sorunun cevabını vermek de son derece zor görünüyor. Çünkü inanmaya korkanların bu korkuları sadece “kutsal olanla” ilişkili değildir. İnanmak istemeyenlerin çoğunun ortak sorunu başta kendileri olmak üzere, “herhangi bir şeye inanamamak” biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu insanların çoğu derin dostluklara da inanmazlar, ülkelerine “aidiyet” konusunda da sorunları vardır. Bir kişinin çalışarak başarılı olabileceği konusunda kuşku taşıdıkları gibi, saf bir duyguyla sevmek noktasında bile tereddüt yaşarlar. Lakin iş sarpa sarınca, yani açıklayamadıkları ya da “esirgenmeleri” gereken bir durum ortaya çıkınca, bütün inançsızlıklarına rağmen ağızlarından o iki kelime dökülüverir; “Allah korusun!” Üstelik bunu bir alışkanlık gerekçesiyle söylemedikleri de açıktır. Nitekim derler ki, düşmekte olan bir uçakta ateist bulamazsınız. İşte Kitap’ın okunması bu nedenlerle son derece önemlidir. İnsan bir şeye inanmayacaksa da neden inanmadığını kendine açıklamak zorundadır. Neden inanmadığını anlamak için söylenen Söz’ü (Kelam) bilmesi gerekir. Okumadan “ben buna inanmıyorum” demek, inançsızlık bile değildir, sadece hurafedir. Üstelik Kuran eksiksiz olan tek kitaptır.

Şimdi gelelim bir de Kitap’ı okuduğunu söyleyenlerin büyük bir kısmının içinde bulunduğu duruma. Hepinizin bildiği gibi, Kuran insanlığa indirilmiştir, ancak Arap kavmine indirildiği için Arapça indirilmiştir. Ancak önemli olan anlamdır, yani onu herkes kendi dilinde hem akıl hem de gönül gözüyle ve anlamak amacıyla okumak durumundadır. Oysa benim çevremde bulunanların çoğu (hatta bugüne kadar istisnasına rastlamadım desem yalan olmaz) Arapça bilmedikleri halde Kitap’ı orijinal dilinde okumaya çalışmaktalar. Dahası, bu ısrarlarının gerekçesini sorduğumda da “biz söylenenleri anlayamayız, olsa olsa din alimlerinin açıklamalarını okuyabiliriz” şeklinde garip bir gerekçe sunmaktalar. Bu gerçekten çok garip çelişkinin (paradoks) benim için anlamı şudur: “Evet, biz inanç sahibiyiz, Allah’ın alemlerin Rabbi olduğuna inanırız. Lakin alemleri yaratan bu güç, (haşa)  bizim anlayabileceğimiz dilde bir kitap indirememiştir!” Böyle bir çelişkiyi anlamakta neden zorlandığımı umarım ifade edebilmişimdir.

Sözün özü, Ramazan ayının başındaki bu satırlarda naçizane önerim şu olacaktır: Herkes Kitap’ı kendi anlayacağı dilde, doğrudan iyi bir çevirisinden okumalıdır. Okuyanlar Kitap’ta kendilerini görecekler ve anlayabilecekleri çok şey bulacaklardır. Buna karşılık, anlamlar içinde anlamlar vardır, bilgi dağarcıklarını geliştirenler, bambaşka anlamlara da varabilirler. Bunların bir kısmını doğrulatabilecekleri kimse bulamasalar da, (işte bu noktada Arapçanın Türkçeye çevrilemeyecek nüansları söz konusudur), aramayı sürdürdüklerinde, zamanı gelince anlamın ne olduğu bir yerde karşılarına çıkar.

Dilerseniz kendi bilgi dağarcığımdan bir örnekle sözümü noktalayayım; ancak henüz doğrulayamadığım için sadece naçizane bir örnek olarak kabul edin. Örneğin Hakka suresinde söyle geçer: “Kitabı sağından verilen: ‘Alın kitabımı okuyun, ben hesabımın inceleneceğini sezmiştim’ der.” Buradaki kitap bizim anladığımız anlamda kitap mıdır? Zira “kiti” dünya demektir, ab ise sudur. “Kitiab” olarak birleştirirseniz (Arapça yazılış özelliği burada belirleyicidir), kitap kelimesinin anlamı “dünya suyu”na dönüşür. İşte anlam içindeki anlam da budur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir