Türkiye’de bulunduğumuz, daha doğrusu sürüklendiğimiz noktada herkesin bir an önce önceliklerini değerlendirmesi gerekiyor. Neden bir an önce değerlendirmesi gerekiyor? Son derece açık, bizim iç dinamiklerimiz ve hatta bunların dış uzantıları bu kadar büyük bir gerilimi kaldırmaz ve zaman kısalıyor.
Şimdi bu giriş cümlesine bakıp “bu adam yine karmaşık bir şeyler yazıyor diye düşünebilirsiniz. Hayır bu sefer öyle değil, son derece basit, son derece yalın. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugün için tek parti iktidarıyla yönetiliyor. Siz bakmayın CHP, MHP, DSP, DTP ve hatta kısmen ÖDP’nin varlığına, bu patilerin var olması mevcut konjonktür içinde meclis aritmetiğini değiştirmiyor. Zira bu partiler kilitlenmiş durumda, partiler kendilerini kilitlediklerinden yeni ve alternatif politika üretemiyor, uğraşılarının odak noktasını AKP’ye muhalefet etmek oluşturuyor. Oysa AKP zaten kimseyi dinlemiyor, dolayısıyla fiilen demokrasi değil tek parti iktidarı, hatta monarşi hakim durumda.
Tek parti hakimiyeti kötü bir şey mi? Aslında değil, bu kadar büyük bir destekle tek başına iktidar olmayı başarmış bir hükümet iyi çalışırsa bir ülkeyi uçurur, ama kötü çalışırsa da batırır. İşte AKP’nin sorunu da tam bu noktada ortaya çıkıyor, zira AKP akil (aklı selim sahibi) ve adil davranmıyor, davranamıyor. Bütün bilim camiasının “olmaz” dediği treni, olmayacak rayda yürütmekte ısrar etti, tren raydan çıktı. Bütün bilim camiasının “bu koşullarla mümkün değil” dediği Genel Sağlık Sigortası’nı yürürlüğe koymakta ısrar etti, sözleşmeler bir bir bozuluyor. Deprem kapıda, güçlendirme ve önlem çalışmalarını sürdürmekte ayak sürüyor. Bütün ekonomistlerin ve iş çevresinin “olmaz” dediği para politikalarında içine düşülen kısır döngüyü kırmamakta direniyor, belki de kıramıyor. Herkese iş olanağı sağlayacak düzenlemeler yapmak yerine ulufe dağıtarak oy toplamaya çalışmak hatasını sürdürüyor, adında yer alan “adalet” ilkesini de kırıyor. Böylelikle bir “sonraki seçimde yüzde 50’yi bile aşabilirim” umuduna saplanıyor.
Buna karşılık sessiz kesimi oluşturan çoğunlukta ise “teslimiyet” duygusu hakim. En akıllı olduğunu düşündüklerim bile “bir şey yapılamaz” diyor, zira tamamen parçalanmış durumdalar. Örneğin hafta sonu Türk solunun eski öncülerinden iki kişiye rastladım, İlkay ve Nemci Demir. Siz bu isimleri olasılıkla tanımazsınız, belki Hatırla Sevgili adlı diziden duymuşluğunuz vardır. Onlara benim tango eğitmenimin örneğini anlattım ki zaten tanışırlarmış. Tango eğitmenim olan bu kişi aslında benim yazlıktan çocukluk arkadaşım (annelerimiz çok daha sıkı iki dosttu), kendisini Troçkist olarak tanımlıyor. Bir gün “yahu dedim, Troçkistim diyorsun ama, siz kaç Troçkistsiniz?” Dedi ki “On iki Eylül’den önce otuz kişiydik, sonrasında on beş on beş ikiye bölündük”. Bu örneği anlatınca Necmi güldü, “hayır, doğru değil” dedi, sonra da ekledi, “yedi ya da sekize bölündüler”.
İşte şimdi yazının başlındaki cümleye dönüyorum. Sorduğunuzda hiç kimse vatan sevgisine toz kondurmuyor. AKP’nin tek başına bırakılmasının son derece hatalı ve bu koşullarda sürdürülemez olduğunda herkes hemfikir, ancak “haydi birleşelim” dediğimizde biri Turancı, diğeri Marksist, öbürü Troçkist, beriki Yeşil. Aslında hepsinin ortak tutkusu vatan sevgisi. İşte bu nedenle tekrar vurgulamak zorundayım, “herkes iki adım geri çekilip önceliklerini düşünecek”. Muhalefetin de kendi kendini kilitlediği bir ortamda, akil ve adil olmayı başaramayan bir AKP’nin tek başına iktidarı sorun yaratır, ceremesini her zaman millet çeker ve ezilir. Kişisel olanakları iyi olanlar çareyi yurtdışına kaçmakta görseler bile vatan hasreti ağırdır, çeken bilir.
Demek ki herkes iki adım geri çekilip, önceliklerini düşünmeli!