Siz Türkan Saylan’ı nasıl tanırsınız, bilmiyorum. Türkan Saylan meslek algısı, çabaları ve kişiliğiyle benim yaşam algımın kusursuz örneğidir. Aşağıda okuyacağınız satırlar, onunla üniversite eğitimi konusunda 18 Mart 2009 tarihinde hasta yatağında gerçekleştirdiğimiz kısa söyleşinin satırbaşlarıdır, aynen sunuyorum:
“Türkiye elbette gelişmekte olan bir ülke, üniversiteleri çok önemli. Üniversitelerin Türkiye’de topluma katkıları insan yetiştirmeleri ve kaynaklarını geliştirmeleri başlıca görevleri. Kendi içinde bulundukları topluma göre insan yetiştirme ve ülkeyi geliştirme programlarının temel sahipleri üniversitelerdir. Orta öğretimi bitirmiş gençleri yeteneklerine ve becerilerine göre yönlendirmeleri gerekli. Birincisi hem ülke hem de dünya için yararlı bireyler yetiştirmeleri, ikincisi bu insanları yetiştirecek elemanları yetiştirmeleri ve üçüncüsü ihtisas dallarına göre bilgi ve becerilerinden ülkeyi yararlı kılmaları, uzun evreli gelecek planlaması yaparak hem kendilerinin hm de ülkelerinin gelişimini planlayarak siyasal yol gösterecek çalışmalar yapmaları gerekiyor.
Siyasal otorite onlara görev verecek ve “gel bana yap-organize et” diyecek. “Ben sana gereken para ve gücü sağlayacağım”. Siyasal otoritenin bunları kendisinin yapacağını öngörmek tamamen yanlış bir düşünce ve hiçbir zaman da olmamıştır. Türkiye’nin son derece yetenekli uzmanları var, bu insanları dünya kapıyor, alıyor rektör, dekan yapıyor. Biz onlara oturacak yer vermeden ülkeden kaçırmaya bakıyoruz. Çünkü altyapı yok ve bunu yapmak bizim için çok önemli değil. Yeniliklere açık değiliz, gerek üniversite gerekse devlet olarak yeniliklere açık değiliz. Tutuculuğumuzla övünüyoruz.
Oysa Türkiye çok farklı bir ülke; gerek coğrafi yapısı, gerek stratejik durumu gerekse insan kaynaklarının kökeni nedeniyle son derece engin. Üniversitelerin il il açılmış olmasından aslında çok büyük rahatsızlık duymuyorum. Ancak üniversitelere gereken fonksiyonu verebilirlerse bu başarı kazanır. Hakkari’ye kurulan üniversite Hakkari çocuklarını öncelikle okutmalı, onların yeteneklerini ve bilgi birikimlerini ölçüp, eksikliklerini tamamlayıp yönlendirmeli. Ona göre sanayi ile bağlantısı kurmalı, yoksa sanayi geliştirmeli. Üniversiteler paraya bulaşmaz gibi düşüncelerin modası geçti. Yasal durumları ayarlanabilir ve parça başı iş yapabilirler.
Üniversitelerin bazıları ihtisas üniversiteleri olabilir, dünyada çok örneği var ve buraları sadece öğretim üyesi yetiştirir. yüksek lisans ve doktora verecek şekilde öğretim üyesi yetiştirir. Bunların yetiştiricilerinin de yetiştirilmesi lazım, bu kolay bir iş değil iyi bir planlama ile ancak gerçekleşir. Belki de yurtdışındaki çok değerli Türk öğretim üyeleri zaman zaman oradaki pozisyonlarını bozmadan getirilmeli, daha sonra burada yetişenleri oraya göndermek suretiyle son derece başarılı bir proje gerçekleşebilir.
Üniversitelerin temel görevlerinden birisi de öğrencilere ve öğretim üyelerine dünya çapında tartışma yapacak düzeyde yabancı dil eğitimini gerçekleştirilmesidir. Bunu şovenlikle, aşırı milliyetçilikle ilgisi yoktur. Dünyaya uyum sağlamak için en büyük eksiğimiz yabancı dildir. Siyasilerimiz, bürokratlarımız ve öğretim üyelerimizin çoğu ya yabancı dil bilmezler ya da bildiklerini ifade edemezler. Böylece yurtdışındaki her türlü değerlendirmede ikinci sınıf damgasını yerler. Kuşkusuz bu eğitimin orta eğitimde tamamlanması gerekir ama bu da asla ve asla gerçekleşmemektedir. Üniversitelerde okutulanlar konusunda çoğunlukla gençlere “bu size çok lazım değil” deyip hevesleri kırılmaktadır.
Öğretmen yetiştirme daha önce eğitim enstitülerindeydi ve bunlar özellikle kırsal alana yönelik gerçek öğretmenleri yetiştiriyordu. O günkü koşullara göre dört dörtlük bir eğitim veriyordu. Özellikle her öğrencinin iyi bir diksiyonu olması için çalışıyordu. Diksiyonu bozuk olanları hemen öğretmenliğe almıyorlardı. Her öğretmen adayının herhangi bir saz aleti çalması şarttı. Öğrencileriyle iletişim kurabilmesi için sanatın ve müziğin ne kadar önemli olduğunu o zamanın öğretimi kavramıştı. Tiyatro ve spor bir öğretmenin yetiştirilmesinin ayrılmaz parçasıydı. Öğretmeler stajlarını yatılı bölge okullarında, uzak köylerde yapabiliyordu. Ne zaman ki öğretmen eğitimi Anadolu’yu hiç tanımayan profesör ve doçentlere bırakıldı, öğretmen eğitiminin temel öğeleri yok edildi. İnsanlar otoriteye tapıyor. Oysa otorite hiç de önemli değil. önemli olan insanları birlikte çalışmaya, üretmeye, sorgulamaya katılımcılığa yönlendirmektir. İyi eğitim görmüş bir öğretmen görürseniz onu eğiten hocaların eski eğitim enstitülü ve köy enstitülü olduğunu hemen fark edersiniz.”
Ve geçtiğimiz pazartesi biz ne yaptık? Bu görüşleri için bir ömür veren Türkan Saylan’ı, kurduğu derneği ve beraberinde aynı kategorideki onlarca insanı ve kurumu, Ergenekon çerçevesinde “sorguladık”. Cumhuriyete’e, demokrasiye, eğitime adanmış yaşamlara darbe çamuru bulaştırmaya çalıştık ki, bu aynı zamanda Ergenekon soruşturmasının dibe vurma noktasıdır.
Aferin bize!