Gıdaların denetimi konusunu işlemeye sizden gelen mektuplarla devam ediyoruz. Bir sevgili okurumuz diyor ki, “Devlet denetim yetkisini gıdada Tarım ve Köyişleri Bakanlığı aracılığıyla kullanmaktadır. Bu bilinen bir gerçek, ancak bilinmeyen gerçek devletin gıda denetim işini kullanmak istememesidir. Mekanizma şu şekilde işlemektedir. 5179 sayılı kanun kapsamında bilindiği üzere her bir ürün için işletmeler üretim izni almak zorundadır. Ancak günümüz koşullarında üretim izni halkı koruyan bir uygulama olmaktan çıkmış, büyük firmaları koruyan bir konuma gelmiştir. Firmalar izin almak adına piyasa koşullarına göre tebliğ ve kanun yorumlarını, siyasi ve bürokratik baskı araçlarını kullanarak, bakanlığa yaptırmakta ve bakanlığı kullanmaktadırlar. Örnek isterseniz size şu örneği verebilirim ki, bu bakanlığın yaptığı en büyük ayıp ve halkına attığı en büyük kazıktır. ‘Sucuk benzeri et ürünü’ isminde bile taklit ve tağşişin hissedildiği bu ürüne önce üretim izni verilmiş, sonra savunmak amacıyla tebliğlere girmiştir. Taklit ve tağşişe devlet aracılığı ile çanak tutulmuştur. Peki cezai işlemlerde ne olmaktadır. Diyelim ki bir memur bir işletmeye ceza yazma konumuna geldi,.üretim izni yine devrede, beyana tabii verildiyse ceza uygulanamamakta. Peki devlet gerektiği gibi denetimi yapabilmekte midir? Üretim izni olsun ya da olmasın, maalesef bu mümkün değildir. Neden mi? çünkü alet, laboratuar ve araçlar yetersizdir. Gerçi bazı iller kiralama yoluyla araç temin etmektedir, ama yetersizdir, yetersiz bırakılmaktadır. Maksat ve amaç denetimi özelleştirmektir. Zaten bunu müsteşar ve müsteşar yardımcıları ilk ağızdan kongre ve konferanslarda telaffuz etmiştir.
Okurumuz şöyle devam ediyor: “Devlet üretim iznine takılmıştır gereksiz olarak. Sadece evraklarla oyalanmaktadır. Tebliğ çıkartamamakta, kodeksini tamamlayamamakta ve denetleyememektedir. Denetim işleminin bir yönü daha; bir işletmeye giden memur orada temiz mi, kirli mi kriterlerini uygulamak için gerekli koşullara bakmaktadır. Ama asıl bakılması gereken noktalar örneğin, yoğurtta nişasta, natamisin var mıdır? Süte su katılmış mıdır? Fındık kreması ne kadar fındıkla yapılmıştır, sadece evrak bazında bakılmaktadır ki, evraka bakmanın denetimle alakası yoktur. Kaldı ki binde birlerle bile firmalar tüketiciyi yanıltıcı isimlerle üretim izni alabilmektedir. Başka bir sorun da şudur ki Türkiye de laboratuar koşulları yetersizdir, örnek mi isterseniz en büyük örnek zirai ilaç kalıntılarının (pestisit) izlenmesidir. 2000’den fazla zirai ilaç kalıntılarının tayininde sadece 50 kadarının tayini yapılabilmekte ve bunlarında da sadece 4-5 tanesi incelenmektedir. Diğer zararlı bileşenleri örneğin küf ve mayanın türe göre tayinini saymıyorum bile. Sonuç şu ne yediğimiz belli değil, pardon belli ancak evrak bazında, üretim izninde? O da yalan hangi firma bileşenin listesini doğru olarak vermiş ki ya da vermiş… Firma cips üretiyorsa neden formülünü versin ki… Devlet, bürokrat ve bürokrasiye kurban, sadece evrak incelemekte. Ve bu evraklarda firma lehinde, firmaları cezai müeyyideden kurtarmakta. “Ben bu şekilde beyan ettim” deyip sıyrılıvermekte işin içinden. Laboratuarlar yetersiz. Denetim özelleştirilmek istenmekte. Bütün politikalar bu yönde, bürokratlar sadece koltuk peşinde, sektörle temas halinde. Ne baş belli, ne de ayak, 81 il ve bakanlık farklı uygulama yapmakta.
Siz de burada gıda için kamuoyunu harekete geçirmeye çalışıyorsunuz. Gıdaya ne kadar önem verildiği, gıdanın yem ile beraber tutulmasında belli. Meclisteki yasada, 4’lü paket denilen bir yasa ve içinde gıdanın yer aldığı kısım. Ne kadar siz kontrol edin ve bakanlığın bütün bunları bırakıp veteriner, mühendis kavgasına girdiğini de ekleyin. Firmaları korumak adına bürokrat koltuğunu korumak adına ürün bazlı onay yani üretim izninin geldiğini (fabrika bazlı bile değil, ürün bazlı en ilginci). Düzeltin şimdi, daha yazamadıklarım da var. Ama hepsi ağır gelir birden.
Bir önceki hafta mektubunu yayınladığımız okurumuz da aynı sorularla devam ediyor: “Geçen hafta Bakanlıktan gelen cevabı okudum. Sorunları sıralamıştım ama o kadar alakasız ve yanıltıcı cevaplar vermişler ki. Ben iade kaşarların toplanıp eritme tuzları ile işleme tabi tutulup ve mikrobiyolojik katkılar ile katkılanarak piyasaya “katkısız” ve “taze kaşar” olarak sunulduğunu anlattım. Bakanlık, piyasada taze kaşar olarak satılanların hepsini, “evet yanlış değil hocam hepsini” yani her firmanın birer numunesini analiz ettirseydi ve sonucu bu analizlerden sonra açıklasaydı iddia olduğunu söyledikleri yazımın hakikat olduğunu göreceklerdi.
Ben bahsettikleri “şu kadar sayıda numunede” “bu kadar sayıda analiz yapılmıştır” ifadesinin yanıltıcılığına dikkatlerinizi çekmek istiyorum. “x sayıda analiz yapmış olabilirler” ama bu “x sayıda analizin içeriğinde” “natamisin analizi yoktur”, “potasyum sorbat analizi yoktur”, “sodyum -kalsiyum hipoklorit analizi yoktur”. Bakın hocam bunu sorabilirsiniz. Analizlerde aranacak kimyasal ya da mikrobiyolojik maddelerin neler olduğu ilgili mevzuattan kolayca bulunabilir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı web sitesinde “mevzuat” linkinden bunlara ulaşılabilirsiniz.
Hocam iade yoğurtlar meselesi var mesela. Bunlar süzme yoğurda işleniyor. Bunu en iyi gizli kameraya çekerek görebilirler. Kim yapacak bunu. Uğur Dündar mı? Yoksa bu iddiaları dikkate aldığını söyleyen “koltuğunda oturan” yetkililer mi? Rogena meselesi var. Su meselesi var. Antibiyotik meselesi var. Var oğlu var. Ben iddia değil hakikatten bahsediyorum. Özetle şunu söylemek istiyorum. Bakanlık yetkilileri bu maddelerin analizini yapmazlarsa bu maddeleri bulamazlar. Kendi yaptıkları rutin analizlerde bu parametreler yok çünkü! Yani rutin analizleri kastediyorum. Mesela bakanlık bir süt işletmesine gitse ve taze kaşar numunesi alsa benim söylediğim kimyasallar bakılmıyor. Zaten bu yazıyı ben bu nedenle yazıyorum.”
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı geçen hafta sorduğumuz “tarım ürünlerindeki analiz” sonuçlarını bildirmedi. Görünen o ki biz ne yediğimizi bilmiyoruz, ama maalesef Tarım ve Köyişleri Bakanlığı da gereken asgari analizleri yapabilir durumda değil.