Size kayıp kurallardan daha önce bahsetmiştim. Bu kurallar yaşamın içerisinden çıkar, her zaman işler, ancak yaşam gailemiz sırasında unutulmuşlardır. Bunların üçüncüsü de yakın zamanda yaşadığımız ve hala süren tartışmalardan çıktı: “İş yapmayı beceremeyen kuralı değiştirmeye çalışır”. Burada iş tanımı elbette “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” diye başlayan özlü sözde tanımlanan “beceri sahibi olmak”tır.
Siz nasıl inanırsınız bilmiyorum, ancak insanın cennetten “düşme” olduğu kendimizin ve çevremizdekilerin yaşam serüvenine baktığımızda apaçık ortaya çıkıyor. Zira herkes bir şekilde yükselmeye çalışıyor. Müdürün başarısı, işin yönetimiyle ilişkilidir. Bir sporcu performansının en üstüne çıkmaya uğraşır, mümkünse rekor kırar, hatta geliştirmeye uğraşır. Akademik kariyer yapanlar master, doktora, doçentlik ve profesörlük basamaklarını bir bir tırmanırlar. Bunların her biri, yapılan işlerin karşılığında alınan ödüller, mesafeler,ama ne olursa olsun “yükselmelerdir”. İnsanlar bir şekilde gururları okşansın isterler, sosyal yaşamlarını bir diğerininkiyle birleştirirler. Karşılarındakini memnun etmenin beklentisi aslında kendi mutluluklarıdır. Hatta mutluluk bile düşük seviyedeyse yeterli olmaz. Halbuki, “uçmak” derecesindeki mutluluk bile uzun süre barınmaz. Çünkü daha en başta cennetten düşmüşlerdir, aslında yakalamak istedikleri de o yüksek mutluluk seviyesidir
Lakin yükselmek “iş yapabiliyor olmak” ile ilişkilidir. Ortalama performans gösteren bir sporcuya ödül verilmez (veriliyorsa bir terslik vardır). İyi yönetim becerisi olmayan bir müdür plaket alamaz (alıyorsa bir gariplik vardır). Hastasını iyileştiremeyen doktorun kapısında kuyruklar oluşamaz (oluşuyorsa bir enayilik söz konusudur). Eşine iyi davranmayan, onu memnun edemeyen mutluluğu yakalayamaz (yakalıyorsa olası bir yamukluk durumudur). Dolayısıyla işini düzgün yapan, bunun karşılığında ruhunu yücelteceği bir ödülü doğrudan (gözlerdeki minnet) ya da dolaylı (kazanılanla satın alınan hürmet) mutlaka elde eder.
Peki ya işini doğru yapamayanlar, daha doğrusu iş yapacak bilgisi olmayanlar ne yapsın? Onlar da insan evladı değil mi? Onlar da aynı yücelme duygusunu yaşamak istemezler mi? Elbette isterler. Bunların akıllı olanları önce etraflarındaki güvenebilecekleri kişilerden akıl sorar, eksiklerini giderirler. Sonra aldıkları nasihatler doğrultusunda işlerini yeni baştan öğrenirler. Bunu bir kere yapabilen için huzur ve mutluluğun kapıları zaten açılır. Bunların çalışmak, işini yapmak azminden yoksun olup, kolaya kaçanları kayıp üçüncü kurala dolanır. Hiçbir şey yapamadıklarını görünce var olan kuralı değiştirmeye kalkarlar.
Mesela bizim yerli ineklerin sütlerinki protein miktarı da yabancı soydaşlarıyla aslında aynıdır. İnek proteinden çalmayacağına göre denetleyene düşen görev bu proteinin nereye gittiğini açıklamaktır. Lakin bu zahmetli bir uğraştır, üstelik yerli ineklerin süt yapımının eksik olduğunu iddia eden akademisyenler de aynı dertten muzdarip ve hazırdır. Bu durumda ilgili merciler, beslenmenin yasa kitabında (Codex Alimentarus) yazan değeri değiştirirler. Protein kurala uymuyorsa kural proteine uydurulur; kuralı değiştirenin başı bir güzel okşanır, omuzları ovulur.
İş becerisi yetersiz doktorlar, “müşteri memnuniyeti uğruna kuralı zaten en başta değiştirmişlerdir. Gelen her hastaya beş kalem ilacı “her derde deva” daha kapıdan girerken yazarlar. Bu sorunun çözümü nedir, işinin ehli doktorlar yetiştirmek, lakin zordur. Zira bu öğrencilerimizi yetiştirecek “hocalarımızın” eğitime ayıracak zamanı zaten yoktur. Hele hele şimdilerde, malum kongreler sezonu açılmıştır. Bu durumda ne yapsın düzenleyici otorite, zaten verilmiş bütün diplomalar kendi uhdesinde, tutar kuralı değiştirir: “Dört kalemden fazlasını ödemem, uzman doktor kaşesi ve heyet raporu getir!” İlacı alamayan mağdur, bütçe tasarrufu yapan mağrur, çocuğuna oyuncak almayan “tasarruf erbabı baba” misali bir gururdur bu.
Kalkınsın diye yardım elini uzatmaktan imtina eden eller, gün gelip dağa çıkanlar abarınca kulaklarına fısıldanan doğrultuda bir çözüm arar. Oysa uyarmıştır onları çoktan “düzenli” dostları, “sorun aslında hem sosyal hem ekonomik”. İş yapmayı bir türlü beceremeyen, tüzük değiştirerek yerini perçinleyen her zamanki muhalif dahil, bir meclis dolusu güruh, yine aynı yerdedir: Elbet kural değişecektir! Oysa aç olan her zaman aç, ezilmiş hep ezilmiş.“Açıl susam açıl” demekle, boş tencere ne zaman doluvermiş?
Sözün özü, kayıp üçüncü kural da işler görünüyor, siz kuralı karşılaştığınız diğer durumlara da bir zahmet uygulayınız. “Kural değiştirmek, iş yapmak değildir”, bilmeyenleri uyarınız.