Früktozdan zengin nişasta bazlı şekerin (NBŞ) pankreas kanseri de dahil olmak üzere, görülme sıklığı son yıllarda giderek artan metabolik sendroma neden olduğu konusundaki uyarılarımız sizlerin gösterdiği hassasiyet sayesinde hem bakanlıklar hem de bilimsel camiada ciddi bir karşılık buldu. Bu köşeyi takip edenler hatırlayacaklardır, yaklaşık bir yıl önce “homojenize yoğurtların ve UHT sütlerin ekşimeme sorunu” ile başlayan sorgulama süreci, bugün nişasta bazlı şeker ile devam ediyor. UHT kutu sütlerin neden ekşimediği ve sağlık açısından nasıl riskler yarattığı konusundaki bir diğer değerlendirmeyi Gıda dergisine verdim, karşı görüş de almak istemişler, ancak verebilen çıkmamış. Früktozdan zengin mısır şurubunun sağlık riskleri konusunda Sağlık Bakanlığı 8 Şubat Salı günü Ankara’da bir toplantı gerçekleştirdi, ortaya konan onca bilimsel veriye rağmen bu toplantıdan da bir sonuç alınamadı, “bir toplantı daha gerekir” denmiş. Konuya sonunda Türkiye Bilimler Akademisi de (TUBA) dahil oldu, bilimsel görüş arıyor. Ne var ki bilimsel görüş vermesi gereken Batı eksenli akademi her iki konuda da kabul edilebilir (akla uygun) bir karşı açıklama getiremiyor. Neden? Çünkü açıklama yok!
Kanada’nın fıstık alerjisi, ülkemizdeki “astım başlangıcı” sorununun iki adım ilerisidir
Buna karşılık 6 Şubat günü gerçekleştirdiğim bir görüşme, Kanada’da okulların durumu konusunda beni tahmin bile edemeyeceğim bir tabloyla yüzleştirdi. Aslında Toronto’da yaşayan ve tartışmaları televizyondan izleyen bir arkadaşımızın verdiği bilgilere göre, Kanada’da fıstık (nut) alerjisi o derece inanılmaz boyutlara varmış ki, okulların duvarlarında alerjisi olan çocukların fotoğrafları asılıymış, “Epipen” olarak adlandırılan adrenalin şırıngalarının bulundurulması zorunluymuş. Okul partilerine fıstık götürülmesi kesinlikle yasakmış. Fıstık alerjileri ölümcül seyredermiş ve çocuğa müdahale edilemezse okul yönetimi sorumlu tutulurmuş. Bizim ülkemizde fıstık alerjisi diye bir sorun henüz bulunmamakta, ancak özellikle çocuklar arasında artan bir alerji sıkıntısı var. “Astım başlangıcı” denen tablo nedeniyle ilaç tedavisi başlanan çocuk sayısı giderek artmakta. Bunun bir diğer ucunu erişkinlerde KOAH başlangıcı olarak adlandırılan tablo oluşturuyor. KOAH, kronik obstrüktif akciğer hastalığı demek, bronşların daralması nedeniyle akciğer dokusu yapısal zarar görüyor, daha çok sigara içenlerde görülen bir hastalık. İşin kötü yanı bu yuvarlama “başlangıcı” tanımlamalarının ne kadar gerçeği yansıttığı da açık değil. Bilgi ve klinik deneyimi tıpta uzmanlık sınavına (TUS) çalışacağım diye körelen doktorların, ilaç endüstrisinin etkisi altında kalabileceği olasılığını ne yazık ki göz ardı edemem. KOAH konusunda bir yakınımın başına geleni bizatihi yaşadım, özel hastaneden verilen tanı İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Göğüs Hastalıkları’ndan geri döndü, aylarca kullanmak zorunda kaldığı ilaçlarlar da devletin zarar hanesine yazıldı.
Sevgili Sağlık Bakanım havadaki uçağın pilotunu görevden almaya çalışıyor ve işte ilk hasta öldü!
Sağlık sorununun bir diğer boyutunu oluşturan Tam Gün’de ise tam kastettiğim örnek maalesef geçtiğimiz hafta gerçekleşti. Ankara’da bir hastanede, işini iyi yapan bir kalp cerrahı bıçak parası alıyor diye görevinden alındı. Ancak olayın hemen ertesi günü, bu cerrahın görevine getirilen acemi meslektaşının ameliyat ettiği hasta ameliyat masasında kaldı, öldü. Yani tam da vurguladığımız şeyin bir örneği gerçekleşti, işini iyi yapan ve işini bilen cerrah kavramı (insani kalite zaafı ya da her ne nedenle) üst üste örtüşür hale gelmiş olduğundan, müdahale edince bir kişi yaşamını kaybetmiş oldu. Bilmem bu örnek Sevgili Sağlık Bakanıma, “uçmakta olan uçağın pilotunu görevinden alamayacağı” gerçeğini yeterince anlatmış mıdır? Tam Gün Yasası’nın altyapısı hazır olmayan, “iyi yetişmiş iş gücü çok eksik” kalan sağlık sistemini getireceği yer budur; TUS tufanıyla silinecek kumdan kalelerden farklı olmayan “moderen” hastaneleri durumu kurtaramaz. Biz uyarırız, tıpkı “hızlı trenin o rayda yürümesinin olanaksız olduğu” uyarıları gibidir bu uyarılar. Hatada ısrar edilirse, “uçak düşer”, insanlar canlarından olurlar.
Bütün bu örnekleri toplayınız ve lütfen çok iyi düşününüz. Homojenize yoğurtlar ve UHT sütlerin ekşimemesi, alerji tablolarının anormal bir biçimde artması, früktozdan zengin nişasta bazlı şeker, metabolik sendromun yaygınlaşması, kanserdeki olağanüstü artış ve profil değişimi ve beri yanda duyarsız “patlat bir tümör partisi Meral Hanımcığım” zihniyeti (Aşkolsun Kanser, Meral Tamer, Doğan Kitap 2010) ve yer sıkıntısı nedeniyle sayamayacağım onlarcası aynı sorun küpünün farklı yüzeyleridir. Sorunun gerçek kaynağı ise bunlara bir açıklama ve karşılık bulamayan Batı akademisinin ve Türkiye’deki uzantılarının içerisine düştükleri bilimsel zaaftır. Gıda ve ilaç endüstrisince finanse edilen bürokratlar ve besleme danışmanlar, “men dakka dukka (bugün bana, yarın sana)” şiarıyla yaratılan kağıttan profesörler, olana-bitene en küçük bir açıklama getirmekte bile zorlanıyor. “Nasıl yani, nasıl?” diyorlar sessiz haykırışlarında, Batı akademisinin iskambil kağıdından kuleleri bir kanat çırpıntısıyla dağılıyorlar.