“Doğanın mantığını anlamak” konusundaki sorgulamayı kanser konusundaki bir diğer çelişkiye taşımak istiyorum. Kanser hastalığının görülme sıklığında bir artış olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak işin açıklanamayan bir yanı daha var, hastalığın görülme biçimi de (klinik tablo) sadece on yıllar içerisinde değişiklik göstermekte. Örneğin prostat kanseri artık kırklı yaşlar kadar erken bir zamanda görülebiliyor. Meme kanseri için de benzer bir yaş kayması olduğunu bütün arkadaşlarımız kabul ediyor. Kanser tanısını koyan patologlar verdikleri tanılar konusunda eminler, ne var ki bu durum hastalığın görülme yaşı ve biçimindeki değişikliği açıklamada yeterli olmuyor. Kısacası mantıkla örtüşmeyen bir durum söz konusu ki, bunun açıklamasını bütünüyle sigara, alkol ve obeziteye yüklemek de makul görünmüyor. Bu durumda gözler ister istemez herkesin ortak maruz kaldığı “beslenme” faktörüne çevriliyor. Bizim beslenmede yaptığımız hataları, tarım ilaçları sorununu, gıdanın endüstrileşmesinin sıkıntısını çok sık dile getirdim, tekrarlamayacağım. Ancak mesele kanser olduğunda, hele hele klinik tablo da bu kadar değişmişken, tedavi açısından yeni bir açmazla karşı karşıya olduğumuzu da bilmek zorundayız. Madem bu hastalık bundan on beş yıl öncesinden farklı, uyguladığımız tedavilerin gerçek sonuçlarını bilebilir miyiz? Oysa yirmili yaşlarda tanı konan bu yeni nesil meme kanserlerini tedavi ederken hangi verileri dikkate alıyoruz, elbette eski verileri, eski genellemeleri. Peki biz bu yeni nesil kanserlerin eskileri kadar kötü seyrettiğinden nasıl emin olabiliriz ki?
Günümüz kanserlerinin en büyük eksiği doğal seyirlerinin bilinmemesidir
Kim ne derse desin, kanserde uygulanan tedavilerin bir diğer büyük açmazı “tedavisiz hasta kolu” bulunmamasıdır. Kanserin adı bile kötü karşılandığından, ister belirti vererek ortaya çıksın, ister tarama sırasından yakalansın, hasta her halükarda bilinen yöntem neyse onunla tedavi edilir. Kanser hastalığının tedavisinin başarısının ölçüldüğü kontrol grubu da yine bir başka tedavi uygulanan hasta grubudur. Dolayısıyla hastalığın doğal seyri konusunda veri yoktur, etik nedenlerle bütün hastalar bir şekilde ama mutlaka tedaviye alınır. “Asla tedavi yaptırmayacağım” diyen ve tedaviden kaçan birkaç hasta dışında bütün herkes tedavi gördüğünden, “yeni nesil” kanserlerin doğal seyri konusunda hiçbir şey bilmemekteyiz. Oysa ilk paragraftaki saptamayı hatırlayın, değişen koşullarla birlikte hastalığın özellikleri de değişmekte. Bütün bilimsel araştırmalar tedaviye yönelik olduğunda, tedavinin hastalığın doğal seyrini ne kadar değiştirdiği çok iyi değerlendirilmek durumundadır. Modern bilim elbette en iyi tedavi olanaklarını sunar, tedavi başarısı pek çok kanser türünde giderek yükselmektedir. Ancak madem bilimsel bakışı savunuyoruz, yeni nesil kanserlerin doğal seyri konusunda da daha fazla şey söylemek zorundayız. Bu tür araştırmaları kuşkusuz ilaç endüstrisinden beklememeliyiz, onlar tedavi alanında en iyisini yapmaya çalışıyorlar. Hastalığın doğal seyri konusundaki çalışmalar doğrudan akademinin sorumluluğu altındadır, bunu üniversite onkoloji merkezleri ve halk sağlığı anabilim dalları yapar. “Yeni kuşak” sorunların çözümüne yönelik seçenekler geliştirirken, daha gerçekçi bir bakış açısını yakalamamız özellikle bilimsel algının kaçınılamaz bir gerekliliği.
Hastalıklar neden değişiyor, bir okurumuzun görüşü
Geçen haftaki “Günümüz bilimine alternatif arayışlar: Doğanın bir mantığı var mı?” başlıklı yazımıza veteriner hekim okurumuz Olcay Karaman’ın getirdiği katkı ve yorumu da paylaşmak istiyorum. Şöyle diyor okurumuz: “Doğada inanılmaz bir devinim söz konusu, her şey değişiyor, durağan hiçbir şey yok. Yıllardır bize yutturulan küresel ısınma bile bir değişimin sadece bir bakış açısı yanılgısı. Bunun yanında hastalıkların artması ve yayılması şöyle izah edilebilir; aslında hiçbir şey atık değildir. Bir canlının atığı gibi gözüken bir madde diğer bir canlının gıdası, oksijen doğada azaldığında, karbondioksit arttığında, karbondioksiti gıda olarak seçen organizmalar şaşırtıcı bir şekilde çoğalıyor. Kuzey Amerika’nın batısındaki inanılmaz planktonların çoğalması gibi… Hastalıkların çoğalması da aslında bir mantığın silsilesi, örneğin eskiden naylon dediğimiz kimyasal atıklar doğada 100 yıl kalır derdik, ancak bakıyoruz naylonu dönüştüren çürüten ve gıda yapan bakteriler mutasyonla çoğaldılar ya da inanılmaz ürediler. Çünkü naylon gibi onlar için inanılmaz bir gıda var ortamda, 50 yıl önce çok az ya da olmayan bu bakteriler de bizde hastalık yapıyorsa çok mu mantıksız olur?” Okurumuza katılmamak mümkün değil, sözün özü bilim yeni bir yorum arayışına girmek zorunda.
(18.5.2011)