İnsan aklı sınırsız çalışabilen, ama garip bir işleyiş özelliği gösteren sıra dışı bir sistemdir. Akıl bir gelişim engeli yoksa herkese verilmiştir, sıra dışı olmasının nedeni ise “bağlanabilir” olmasıdır. Özellikle sorgulama yeterliliği olmayanlarda akıl bağlarından kurtulamaz. İşin daha kötü yanı, aklın bağlarından kurtarılmasının, yani serbest bırakılmasının okumayla ilişkili olmamasıdır. Bilgi kazandırma öğretimin işidir, eğitimin amacı ise aklın serbest bırakılması becerisinin geliştirilmesidir, çünkü akıl çok güçlü bağlanırsa vicdanı da örtebilir. İşte Atatürk’ün “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” sözleriyle kastettiği budur, bu insanlığın aydınlanmasının tek yoludur. Kanser konusundaki bildiklerimiz de en çok geçtiğimiz yüzyıl içerisinde şekillendi. Oysa size aktardığım bilgilerin berisinde bir de bunların nasıl bulunmuş olduğunun öyküsü yatar (1). Bu öykü çok önemlidir, bilgiyi ilk ifade eden kişinin nasıl o şekilde yönlenmiş olduğunun hikayesi ve verdiği isim, bilginin doğruluğunun ötesinde, aslında başka bir şeye işaret edip etmediğinin de sorgulanmasını sağlar. Örneğin elma ve yer çekim arasındaki ilişki, Newton ve ağacın varlığını da gerektirir.
Kalıplaşmış bilginin sınanması, kanserin yeniden sorgulanması
Kanser alanında uğraşan meslektaşlarımızın en az bildikleri konu da budur, kanser hastalığının ve çalıştıkları alanın nasıl gelişip bu günlere geldiğini hiç bilmezler. Hele hele işin içine bir de 1950’lerde gen kavramı girdiğinde, yani genlerin hücrenin çekirdeğinde bulunduğu ve kanserli hücrelerin de çekirdek yapısının bozulduğu belirlendiğinde boyut değişir. Kanser genlerin hastalığı olarak kabul edilmeye başlanır. Aradan geçen dönemde, özellikle seksenler sonrasında, genlerle ilgili çalışmalar kolaylaştığında, moleküler biyoloji dediğimiz alan doğar. Böylelikle genler ve kanser süreci daha detaylı irdelenmeye başlanır. Genler bir şekilde kansere (daha doğrusu kanser hücresine benzer görünüme) neden olmaktadır. Lakin mesele bunun açıklanmasına geldiğinde istenen sonuca varılmaz. Arada bir ilişki vardır, ancak deney tüpündeki durumun gerçek hayattaki karşılığı zayıftır.
Siz sakın bilim camiasının aklın serbestleştirilmesinin doruklarında olduğunu zannetmeyin, aklın bağlanması unvan yükseldikçe artık kalıplaşmaya doğru gider. Eski inanışlar kazanılmış durumun başlıca savunma unsurudur, öyle ki bugün hiçbir iyi bilgili asistan kalkıp da profesöre bir konudan kuşkulandığını söyleyemez, bunu bir profesör yaparsa akıl tutulması içindeki camia onu aforoz eder. Oysa işin geçmişine dönüp okursanız kansere ilişkin durumun aslında farklı yorumlanabileceğini de pekala görürsünüz. Örneğin kanser hücrelerinin kromozom yapısının bozulmuş olduğu, adacıklar biçiminde küçük kopmaların ya da olmayacak yerden birleşmelerin gerçekleştiği iyi bilinir, ancak mekanizma açıklanamaz. Oysa diğer yayınlara baktığınızda sadece B vitamini eksikliği bile kromozom adacıklarının oluşmasına neden olabilmektedir (2). Vitaminler konusunda bu “atlamanın” ya da “görmezden gelmenin” nedeni, gen meselesinin daha popüler, hatta gizemli hale gelmesi, toplantılarda daha fazla dinleyici çekebilmesidir. Bir başka gerekçe de insanların nedense “en az bilinen konuda en çok söyleyecek şeyleri olmasıdır”.
Kedilerin yalanması, aslında bizim temizlik algımızın aklanması
Aklın bağlanmasının bir başka önemli nedeni de, insanın aşırı basite kaçan “faydacı düşünce ve açıklama” dürtüsüdür. Olan biten her şeyin basit faydacı mantıkla açıklanması aklı bağlar, evrim teorisi de benzer şekilde “böyle olduğu için avantaj sağlamıştır” yaklaşımına yaslanır. O nedenle aklın serbest bırakılması çok ama çok önemlidir. Size aklın bağlı kaldığı, “faydacılıkla düğümlenmiş” birkaç örnek vereyim: “İskelet sistemi insanın dik yürümesini sağlamak için gelişmiştir”, oysa aynı sistem balıklarda da vardır. “Kediler temiz olduklarından yalanırlar”, kediler yalanmayla temizlik arasında bir ilişki olmadığını bilecek kadar akıllıdır. Kemik taramasında tutulum varsa prostat kanseri metastaz yapmıştır, oysa kanıtlanmamış tutulum da sadece kabullenmedir, yani örnekler sonsuzdur. İşte 2013 için dilerim yine sağlıklı ve mutlu bir yıl yaşanacak, ama sizden en önemli beklentim “aklınızı serbest bırakmanız” olacak.
Kaynaklar: (1) Mukherjee S. Tüm Hastalıkların Şahı. Kanserin Biyografisi. Domingo Yayınları, 2012. (2) Duthie SJ, Narayanan S, Blum S et al. Folate deficiency in vitro induces uracil misincorporation and DNA hypomethylation and inhibits DNA excision repair in immortalized normal human colon epithelial cells. Nutrition and Cancer 2000; 37: 245-251.
Önemli not: Sanayimizin “kurucu” isimlerinden Asım Kocabıyık’ı da ebediyete uğurladık. İş dünyasının duayeni olmasının ötesinde, eğitimden sağlığa her türlü iyi girişimi bütün gücüyle destekledi. Bu topraktan aldığını yine bu toprağa mislisiyle vermeyi görev bildi ve başardı. Nur içinde yatsın, mekanı cennet olsun.