Geçtiğimiz hafta kollajenin beslenme açısından çok önemli bir açığı kapattığını anlatmıştık. Günümüz yaşam koşulları bizim kemik suyuna çorba, kapama, paça gibi yemekleri tüketmemizi giderek engelliyor. Peki, bu durum bizdeki kollajene ait bir yapım bozukluğunu beraberinde getiriyor mu, esas sorun bu soruyu yanıtlayabilmekte. Öncelikle belirtelim, gıdalarla alınan kollajenin beslenme eksikliğini gidermesi bir “yerine koyma” tedavisi değildir. Yerine koyma tedavisindeki amaç, vücudumuzda yapılamayan bir maddenin gıdalarla (ya da ilaç olarak) alınmasıdır. Bunun en çok bilinen örnekleri vitaminler ve minerallerdir. Batı tarzı beslenme öğretisi sürekli olarak bunların eksikliğinin giderilmesini söyler, yanlış değildir. Ancak kollajen için durum farklıdır, alınması beslenme eksikliğini giderir, ancak bu bir yerine koyma tedavisi değildir, çünkü kollajen bizim vücudumuzda da yapılmaktadır. Kollajenin besleyiciliği bir olasılık yapı taşlarının yine kollajen sentezinde kullanılabiliyor olmasından gelir. Tamam, bizim kollajen almamızı sağlayan beslenme modelinden giderek uzaklaştık, ancak ortalama beslenen birinin kollajen eksikliğine ya da yapım bozukluğuna düşmesi de beklenemez. Çünkü kollajen denen proteini oluşturan amino asitlerin hemen hepsi (ama tamamı değil) vücutta sentezlenebilmektedir.
Kollajen bütün dokuların yapısında yer alan sıra dışı bir moleküldür. Molekül büyüklüğü açısından diğerlerine fark atar, deri, bağ dokusu başta olmak üzere, bütün dokuların iskeletinde yer alır. Daha açık anlatalım, deri, kas kirişleri, vücudu saran “faysa” adı verilen zarlar, kemikler, damarların çatısı, bunların hepsi kollajen içerir. O halde kollajen sentez bozukluğunun genel göstergesi bağ dokusunun zayıflaması olacaktır. Bunun en klasik örneği de fıtıklardır. Bu fıtıklar dokunun iyice zayıfladığı yerlerde, göbek çevresinde ve kasık bölgesinde ortaya çıkarlar, lakin bel fıtıkları ve ayak bileği burkulmaları da bu kapsamdadır. Benim muayene ettiğim hastalardan izlenimim, özellikle göbek fıtıklarının artmakta olduğudur, ancak bu naçizane bireysel gözlemim kanıt açısından yeterli değildir. Kollajen yapımının bozuk olduğunu düşündüren diğer durum ise anevrizma dediğimiz damar genişlemeleridir, özellikle atardamarların dallanma bölgelerinde ortaya çıkar. Bunların en tehlikeli olanları beyin damarlarının anevrizmalarıdır, bazen değil tedavi etmek, dokunulması bile mümkün olmaz. Çünkü kollajen sentez bozukluğunun getirdiği paralel sorun, dokunun dikiş tutmamasıdır. Dokunun çatısını zaten kollajen kurar, cerrahın attığı dikiş de bunun arasından geçerek tutar. Kollajen yapımı bozuk ise doku dikiş tutmaz, bu aynen gazete kağıdına dikiş atmaya benzer, düğümleyeceğim diye gerdiğiniz anda yırtılır.
Fıtık Amerikan ve İngiliz toplumlarında artmakta
Lakin dediğim gibi gözlemin doğrulanması gereklidir. Madem kollajen doku bozukluğunun “hastalık yüzünü arıyoruz”, o halde toplumda fıtık sıklığında artış olup olmadığını sorgulamalıyız. Nitekim biri Amerika’dan biri de İngiltere’den olmak üzere, yakın zamanda yayınlanmış iki değerli araştırma sonucu bulunmakta. Çalışmalardan ilki ABD’de yapılmış ve 2007 yılında yayınlanmış. Bu araştırmada 1971-1975 arası dönemde incelenen 5316 erkek ve 8136 kadına ait veriler, 1992-1993 arası dönemde güncellenmiş (eski grubun yüzde 96’sına ulaşılmış). Fıtıklar erkeklerin yüzde 13.9’unda, kadınların ise yüzde 2.1’inde görülmekte. Amerikalıların daha fazlasına kafaları basmadığından her zaman yaptıkları “risk faktörü analizini” uygulamışlar (fıtığa hangi özelliklerin eşlik ettiğinin araştırılması). Fıtık 40-74 yaş arası erkeklerde daha sık görülmekte, siyahi olmak ve kilo fazlası riski azaltmakta. Kadınlar açısından değerlendirildiğinde yine daha yaşlı olmak, kırsal kesimde oturmak, uzun boylu olmak, kronik öksürük ve göbek fıtığı, kasık fıtığı görülmesi ile ilişkili bulunmuş (1). Bundan daha değerli bir diğer çalışma ise İngiltere’den 2011’de yayınlanmış. 1985-1988, 1995-1998 ve 2005-2008 yılları arasında görülen fıtık oranları birbiriyle karşılaştırılmış. En sık kasık fıtığı görülmekte, bunu göbek, karın, göbek çevresi, uyluk izlemekte. Herhangi bir ameliyat nedeniyle cerrahi girişim geçirenlerde de fıtık olasılığı artmakta, yani aynı yere geliyoruz, doku dikiş tutmamakta. Buna göre karın duvarı fıtıklarında anlamlı, belirgin artış bulunmakta. Bu artış o kadar fazla ki, araştırmacılar “textbook” adı verilen referans kitaplardaki genel verilerin geçerliliğinin kalmadığının altını çizmekteler (2).
Sorun besinlerdeki protein yetersizliği mi? Pek öyle görünmüyor
Bu veriler kuşkusuz Türkiye’nin değerlerini yansıtmıyor, ancak gözlemi destekliyor. Benim poliklinik şartlarında gözlemlediğim üzere, Amerikan ve İngiliz toplumlarında da fıtık ciddi artış göstermekte. İyi ama bunun nedeni nedir? İlk olası açıklama kuşkusuz beslenme yetersizliği, yani yeterince protein alınamamasıdır. Ancak Amerikan ve İngiliz toplumları da protein alamıyorsa kim alıyor? Bu durumda ikinci olası açıklama geriye kalıyor, o da “kollajen sentezinin bozuk olması”. Geçen hafta kısaca değindiğimiz gibi, kollajen birbirine çapraz bağlarla tutturulmuş üç büyük molekülden meydana geliyor. Demek ki, öyle bir etkenden söz ediyoruz ki, aslında son derece sağlam olması gereken bu yapıyı parçalıyor ya da gevşetiyor. Tekrar vurgulayalım, kollajen vücutta her dokuda bulunan ana yapısal molekül, bunun bozulması damarlardan tutun, kemiklere kadar her yeri etkiliyor. İşte bu yüzden, geçen haftaki ve bu okuduğunuz yazıyı çok iyi irdeleyiniz. Çok büyük önem taşıdığından, bu konuya ileride yeniden döneceğiz.
Kaynaklar:
(1) Ruhl CE, Everhart JE. Risk factors for inguinal hernia among adults in the US population. Am J Epidemiol 2007; 165:1154-1161.
(2) Dabbas N, Adams K, Pearson K, Royle GT. Frequency of abdominal wall hernias: is classical teaching out of date? J R Soc Med Sh Rep 2011; 2: 1-6.