Geçen pazar 10 Kasım’dı, ülkemizin çok güzel bir beldesinden beslenme konusunda konuşmak için çağrı aldım. Bir “okul” düzenlemişler, sorunları sırasıyla irdeler imişler. “Aman”dedim, “tam zamanı, malum 10 Kasım, memleket adına bir şeyler yapmanın sıra dışı bir fırsatı”. Sabahın dördünde kalktım, vardım ülkenin bir diğer diyarına. Hatırladım, daha önce iki kere planlanmış, ama ertelenmiş, meğer tam da gününe denk gelmiş. Beş altı kişi oturup bir çay içtik, rüzgar türbini yarattığı sorunlardan bahsettik. Derken biri “arkadaşların Atatürk için törene gidecekleri tuttu” dedi, müstehzi bir sırıtmayla. “Elbette gidecekler” dedim, “olsun bekleriz”. Ben beklediği telden çalmayınca neyse ki üstelemedi, ilk fikir ayrılığı böylece giderildi.
Benim bu toplantılarda anlattığım standarttır, yediklerimiz içtiklerimiz nereden nereye gelmiş, bundan bahsederim. Geçen hafta Muğla’daydım, ertesi gün Slow Food’un bir toplantısında yer aldım. Piliç mevzuu basına yansıdı, mecburen yine tartışıldı, oysa bunu ben istemedim. Sadece oradakilere anlatmaktı niyetim. Bu sefer neyse ki basın yoktu, karşılıklı söyleştik. Meselenin basit bir beslenme sorunu olmadığını belirttim, aslında bütün dünyanın makus kaderi olduğundan lafa girdim. Ama endüstrinin çok ileri olduğunu, “kökeninde akademinin bir şeyi değiştirmek istemesinin bulunduğunu”, yani kabullenip üstüne yattığından dem vurdum (bu konuşmaların genel içeriğini DÜNYA TV’nin internet sitesinde de bulabilirsiniz). Lakin tezat buradan çıkmadı. Ben bunun bir sistem sorunu olduğunu söyledim, bugüne kadar olan deneyimlerimden soldan artık bir şey çıkmasını beklemediğimde direttim. “Sistem bırakın beslenme meselesini, artık insanı tüketici olmak dışında (önce gıda, sonra ilaç) istemiyordu”. Velhasıl benim gördüğüm ve görüşüm buydu.
Gir, sömür ve sat işte budur dokuz kat tat
Aman kardeşim bir alındılar, “solu eleştirmeme” dayanamadılar. Esas sol onlarmış, amaçları beslenme sorununu anlamaya çalışmakmış, “bak ne güzel anlatmışım”, şimdi aralarında tartışacaklarmış. Derken içlerinde en çok alınan biri, kimdir sordum, dediler bir film yönetmeni, “siz artık sorunu kabullenmişsiniz, bir şey yapmak istememektesiniz” dedi. On Kasım 2013 pazar sabahı saat dörtte kalkıp, yirmi kişiden fazla dinleyici gelmeyeceğini bilsem de yola çıkıp, yine de o yirmi kişiyi bulabildiğime sevinen, “uğraşım boşa gitmedi” diye içinden övünen ben, konumunu sol sanan cenahın merakını giderebildiğimle yine de müsterih oldum. Ama mesele 10 Kasım’ı beslenme gibi bir memleket ve dünya sorunuyla birleştirmekse, kendini Atatürkçü sayanlar da artık zaten işgal altındaki topraklarda yaşadıklarını çok iyi bilmeliler. AB’ye göre yerleştirilen Tohum Kanunu, bizim zavallı çiftçimizin makus kaderi oldu. “Bursa’dan Hakkari’ye yoğurt gönderebilme savunması”, Fransız firmasına atfen değiştirilen yoğurt tebliğinin en komik açıklaması. “Kuraklık var” diyerek yasaklanmaya çalışılan şeker pancarı, direnen son birkaç kalenin sessiz teslimiyet anlaşması. Uğrunda can verip kazanılan topraklar; marketler, uzun ömürlü süt, ekşimeyen yoğurt ve “piliç fabrikaları” olarak çoktan geri alındı. Gir, sömür ve sat; işte budur dokuz kat tat, cehenneme atfen olsa gerek.
Aslanlar gibi savaşıp boğalar gibi güreşecekler
Ebediyete intikalinin 75. seneyi devriyesinde Atatürk hala daha müsterih olacaksa, inanın bu solun değil “kendi kendine ayakta durulabileceğine inananların” varlığına bağlıdır. Çünkü memlekette sol benzeri bir söylem kaldıysa bile, trajikomik, sadece AK Parti’nin çatısı altındadır, BDP bile açık ara geriden izler. İşte bu yüzden yazdım, bununla avunamayanlar sakın üzülmesinler. “Hele beslenme konusundaki sıkıntıyı bir anlasınlar, aralarında müşahede edip kavrasınlar, gerçek solun gelmesi çok yakındır. Nitekim 12 Eylül’de tutuklanan yoldaşları daha yeni salınmakta. Reklam piyasası da daraldı zaten; saflar sıklaşmakta, kadrolar doluşmakta. Beslenme sorununu bir anlasınlar, aslanlar gibi savaşıp, boğalar gibi güreşecekler.”
Önemli notlar: (1) Savaş Ay ağabeyimizi yitirdik, yazılı ve görsel basınımıza bambaşka bir soluk getirmişti, Allah rahmet eylesin, mekanı Cennet olsun. (2) Siz bu satırları okurken, biz Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu’nun düzenlediği Gıda Kongresi’nde olacağız, kayda değer bir izlenim çıkarsa paylaşacağız.