Canlının anatomisini biz hep dokuların yerleri olarak değerlendiririz. Böyle bakıldığında anatomi hiç değişim göstermeyen statik bir bilim dalı olarak görünür. Kaşın, gözün yeri nasıl belliyse, karaciğerin de yeri hep aynıdır. İşin ilginç yanı, dokuların yerleşimleri diğer omurgalılarda da pek değişiklik göstermez, peki ama gerçekten hepsi bu kadar mıdır? Saf bir bilimsel merakla ve giderek uç örnekleri okumaya başladığınızda durum değişiklik gösterir, yeter ki siz doğru soruları bulup peşinden gidin. Evrim teorisi canlıların dış görünüşündeki farklılıkları açıklamada “olunan durumun avantaj sağladığı” düşüncesine sığınır, farklılaşma sonucu doğal seçilmenin çok uzun bir sürede gerçekleştiğini kabul eder.
Ne var ki anatomiyi yapısal özelliklerin dışına çıkarır ve işlevsel bir bakış açısına yerleştirmeye çalışırsanız yeni bir analiz ortaya çıkar. Öyle ya, canlı vücudu sabit bir durum değildir, aslında başlangıcından itibaren düzenli bir değişiklik göstermektedir. Biz buna yaşlanma adını versek de, ortaya çıkan değişiklikler yaşlanmanın ötesinde farklılaşmaları da içerir. Çocuğun büyümesi ve ergenliğe geçişini yirmi ve otuzlu yaşlarda erişilen bir fiziksel doruk izler, kendinize iyi bakıyorsanız bu bir on yıl daha sürer. Sonraki dönümün elli yaş civarına karşılık geldiğini söylemek çok yanlış olmayacaktır, ara dönemlerde başka kavşaklar olup olmadığı anlaşılamamıştır. Ne var ki 50 yaşın dönüm noktası olduğu genel bir kabullenmedir. Roma, bu yaşın eriştirdiği konuma “senyör” adını verir, sözlüklerde “45’e karşılık gelen yaş” olarak açıklanır. Yaş beklentisinin o dönemde daha kısa olduğunu varsaysanız bile, anlaşılan olgunlaşma Roma’da da aynı sınırlar içerisinde kalmıştır. Ne var ki esas tartışma bundan sonrasında çıkar, “olgunlaşmaya geçen kişiye sonrasında ne olur?” Çünkü sonraki dönem için konulmuş özel bir isim yoktur.
Olgunluktan yaşlanmaya geçişin aşamaları
İşte o zaman dönüp yine vücudun kendisine bakarsınız. Anatominin doğal yaşam sürecinde gösterdiği değişiklikler, her şeyin aynı kalmadığını zaten ifade etmektedir. Ama bizim anlatmaya çalıştığımız değişiklikler de yaşlanmanın genel belirtileri değildir. Bedenin kendini ifade ettiği doğal göstergeler değişmeye başlar. Bunların en basiti saçların ve sakalların uzama hızının azalmasıdır, ama beri yandan kaşlar olağanın üstünde bir uzama gösterir. Tırnakların uzaması da azalır, ancak esas değişiklik giderek kalınlaşmaları ve matlaşmalarıdır. Derken burnun yapısı da kabalaşmaya başlar. Bir meyve nasıl olgunluğunun sonrasında buruşup, kurumaya başlarsa, insan vücudu da “vücut sıvılarının azalması” olarak tanımlayabileceğimiz bir değişikliğe uğrar. Sonunda o değişiklik seste de meydana gelir, tınısı giderek boğuklaşma eğilimindedir. Ve derken dişler dökülmeye başlar. Diş dökülmesi her zaman çürükle ilişkili değildir, sağlam görünen dişin neden yuvasından çıktığı aslında kolay anlaşılamayan bir süreçtir.
Merkezden tırnağa akan tanımlanmamış bir şey
Yukarıda anlattıklarımdan anatomik sistem içerisinde aslında bir başka sistemin var olduğu çıkarımına gitmem çok hatalı görünmemektedir. Omurgalılarda bulunan, kaynağı belli olmayan, ancak kendini uçlarda “uzama” olarak ortaya koyan bir iç sistemin varlığından bahsediyorum. Şimdi vücudunuzu bu gözlen görün, “bir şey”, vücudunuzun içinden akmakta, saçlarınız, sakallarınız, dişleriniz ve tırnaklarınızla fiziksel anlamda tezahür aşamasına varmakta. Bu sistem insanlarda dişlerin uzamasında belirgin bir etki göstermez ama, kemirgenler üst kesicilerini sürekli bilemek eğilimindedir, yoksa çenelerine batmakta (kemirgen denmesinin nedeni de budur). Buna karşılık sistemin bizde bulunmayan bir diğer tezahürü de boynuzlardır. Bütün bu dokuların ortak özelliği keratinden oluşmalarıdır. Yapısal açıdan birbiri üzerine dizilmiş keratin katmanları, yediklerimiz başka yerlerimizi büyütmese bile, bu dokuları uzatmak eğilimindedir. Sıkılıkları (yapım maliyetleri) birbirinden farklıdır. Nitekim canlılık sonlandığında bütün dokular çürür ve dağılır, çok uzun yıllar bile geçse, geriye sadece diş, boynuz gibi kemikler, saç ve sakal kalır.