Bilimsel alandaki gelişmeler günümüzde fazlasıyla “paraya çevrilebilir” olma saplantısına kapılmıştır. Bunun bir nedeni araştırmanın da pahalı olması, dolayısıyla ürünle sonuçlanan araştırmaların daha fazla önem kazanmasıdır. Ne var ki “paraya çevrilebilir olmak” bilimsel merak açısından kısıtlayıcı, araştırma dürtüsü için de körelticidir. Bugün herhangi bir konuda bilimsel tarama yaptığınızda, karşınıza çıkan sonuçlar öncelikle uygulamaya yöneliktir. Ancak araştırma alanınızı uçlaştırdığınızda, örneğin örümcek ağlarının yapısal özelliklerini anlamaya çalıştığınızda, biyolojik makaleler kadar, bu yapının nasıl ürüne dönüştürülebileceğine dair biyomekanik ya da doku mühendisliği uygulamalarıyla karşılaşırsınız. Bu durum yazdığımız konularda ciddi bir ağırlık tutan kollajen molekülü için de geçerlidir, yeni araştırmaların büyük bir bölümü yapay doku üretimiyle ilgilenmektedir. Daha önce sıkça örneğini verdiğimiz gibi, büyük buluşlar daha çok “mevcut olan bir durumun fark edilmesiyle” ilişkilidir.
Geçen yazımıza mail yoluyla gelen bir yorum şunları söylemekte:
“Kendi kendini reddetmek çok kolay gerçekleştirilebilecek bir davranış modeli değildir.” cümlesine sonuna kadar katılıyorum. İlk kendimi reddettiğimde, oldukça zorlandım. Kabullenmek zor geldi ama artık alıştım. Geçenlerde okuduğum bir cümleyi paylaşmak istiyorum. Deliliğin tanımını, yazar “Delirme hali aklını kaybetmek değil, aklının haricinde her şeye karşı kaybetmektir.” diye yazmıştı. Yazını okuyunca bu cümle aklıma geldi. “Kendini reddetme refleksini gösterememek bir delirme hali olabilir mi?”, düşünüyorum.
Uçmakta olan kuşun ağırlığı hesaplanabilir mi? Hesaplanabilir. Nasıl hesaplandığı konusundaki fikrim, uçma hızı ve havayı itme gücü tespit edilerek ağırlığı anlaşılabilir. Bence asıl önemlisi kuşun ağırlığını bilmeye neden ihtiyacımız olduğudur.
Yapıyı taş mı belirler, yoksa harç mı? Harç belirler. Çünkü yapıştırıcı, bir arada tutucu harçtır. Taş ya da diğer materyaller, maddedir. Yapı bu maddelerin bir araya geldiği durumdur.
Yorumun ilk paragrafı için söyleyebileceğim bir şey yok, ancak ikinci ve üçüncü yanıtlardan yola çıkarak çok şey tartışabiliriz. Aslında sorunun orijinal hali “uçmakta olan kuşun ağırlığı ölçülebilir mi” idi, biraz da bilerek hesaplanabilir mi” olarak değiştirdim. Ama sorunun aslı her ikisi de değil, “uçmakta olan kuşun ağırlığı var mıdır” olacaktı. Soru başlangıçta yumurta-tavuk sorusu gibi biraz açmazda, beri yandan saçma görünse de, aslında tamamen mantıksız da değildir. Zira uçmakta olan kuşun teorik olarak ağırlığı yoktur, yoksa uçamaz. O nedenle uçmakta olan kuşun ağırlığı bana göre ölçülemez ya da hesaplanamaz, hesaplansa da sabit seyir halindeyken sıfır çıkması beklenir. Sorunun amacı içerisinde olmasa bile (amaç ağırlık-kütle ikileminde bir ironi yapmak değildir), kuşun elbette bir kütlesi vardır, mesele bu kütlenin yer çekimi sonucu oluşan ağırlığının ortadan kalkmasındadır.
Algıda “ölçülebilen” ve “hissedilen” ikilemi
“Bizim dış dünya ile olan ilişkimiz, fiziksel yöntemlerle ölçümlediklerimizden bağımsızdır”. Bu yaklaşım olasılıkla doğrudur, ama bugüne dek hava durumu raporlarının “hissedilen hava sıcaklığı” detayı dışında pek ilgi çekmemiştir. Oysa bizim dış dünyayı algılamamız tamamen kendimize ait bir durumdur, çoğu zaman iki bağımsız gözlemcinin bile farklı algılarının olduğu ile sonuçlanır. Madem hava sıcaklığı için “hissedilebilen” kavramı mevcuttur, duysal algılarımıza dair olan diğer kavramlar için de bunun geçerli olmadığını nasıl söyleyebiliriz? “Kuşlar gibi hafifledim”, “kuş gibi kaldırıverdim” sözleri de aslında aynı durumu betimler, ağırlık bizim algımıza göre elbette değişkenlik gösterir. O halde görmek ya da işitmek dışında (ki, onlar da yanılabilir) duyularımızla algıladığımız dış dünya deneyimlerinin “ölçülebilen” ve “hissedilen” iki farklı özelliği söz konusudur. Sorun aynen kuşun uçarken taşıdığı ağırlık için söz konusu olduğu üzere, bunun bir yanılsama mı olduğu, yoksa fiziksel karşılığı olan bir durum mu olduğunun saptanmasındadır.
Kuşun ağırlığı neden önemli
Newton’dan bu yana olan süreç, yer çekimi kavramı, bunun kanunlaştırılması hız, ivme gibi kavramları açıklar, aerodinamiğin prensiplerinin oluşturulmasına da yardımcı olur (ortaokul kitaplarındaki uçak kanadı kesitlerini hatırlayın). Ancak kuşun uçmasının benzer aerodinamik prensiplere bağlı olduğunu hiç kimse söyleyemez. Zira ortalama bir martının havalanma ve konması sırasında sergilediği görüntü, daha çok bir vatozun denizin zemininden kalkıp, sonra yeniden dönmesine benzemektedir. Yani bana göre kuş aslında uçmamakta, bir şekilde hava içerisinde yüzmektedir. Kuşun ağırlığı işte bu nedenle önemlidir.