Kuş gribi geçtiğimiz günlerde yeniden gündeme geldi. Basından yansıyan, Balıkesir’in Bandırma ilçesinde üç üretim tesisi karantinaya alınarak dezenfeksiyon uygulandı. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu da zaten gereken önlemlerin alınmış olduğunu vurguladı. Biz de bu yazıyı tavukçulukta ve endüstriyel piliç üretiminde zaman zaman yaşanabilen bu durumun (işin fıtratında var desek), önlem alındığında tamamen kontrol altına alındığını vurgulamak amacıyla yazıyoruz. Ve daha başında belirtelim, kuş gribi tavuk ya da beyaz et yemekle bulaşmaz.
Zaman zaman yaşanan kuş gribi salgının aslında dört ayrı sıkıntılı noktası var. Bunlardan birincisi elbette hayvan envanterini etkilemesi, “salgını kontrol edeceğiz” diye gereksiz hayvan itlafına neden olması. İkincisi gereken kümes karantina önleminin alınmaması halinde sıçrayarak yayılma olasılığı, üçüncüsü ise vatandaşta hatalı yere “beyaz et grip kaynağı” algısı oluşturması (dördüncü sıkıntı, “neden felaket hep endüstriyel kanatlıları etkiliyor” kavramı ise ayrı tartışma konusudur).
Aslında kanatlıları etkileyen salgınlar hiç bilinmeyen durumlar değil. Enfeksiyon köylünün elindeki tavuğu etkilediğinde “hastalık vurdu” şeklinde algılandığından genellikle bildirimi bile yapılmıyor. Ancak tehdit çok büyük çapta üretim yapan kanatlı sektörünün sorunu haline geldiğinde, geçen yıllardan acı deneyimimizdir, hatalı yere bir panik ve histeriye dönüşmesi olasılığı var. Üstelik iki tür histeri söz konusu, “bütün hayvanları öldürelim, kendimizi kurtaralım” en ağırı, Türkiye’de 2.5 milyon tavuğun itlafıyla sonuçlandı. Diğer histeri ise hastalık beyaz et yemekle bulaşırmış algısının oluşması. Kuş gribinin beyaz et yemekle bulaşması söz konusu değil, ama ilk hezeyan baştan kontrol edilemez ve konu köpürtülürse, yaşadığımız coğrafya toplumsal histeriler açısından zaten çok verimlidir.
Hastalık kendi kendini sonlandırıyor, yeter ki gerekli karantina uygulansın
Kuş gribi yüksek derecede hastalık yapma özelliği olan influenza virüsleri (Higly Pathogenic Avian Influenza, HPAI) nedeniyle ortaya çıkıyor. Avrupa’da bilinen ilk salgın 1880’de bildirilmiş, ancak kaynağından aynen alınan tabloda görüleceği gibi seyrek de olsa ciddi sorun olarak “algılanabiliyor”. Burada “algılanıyor” dememiz nedensiz değil, çünkü hastalık aslında endüstriyel piliç üretimi için ciddi algı sorunu yaratıyor. Oysa onların üretim sisteminde bunun görülme olasılığı çok zayıf. Daha az şiddetli, yani hayvanları öldürmeyip sadece hastalandıran ve verimi düşüren salgınlara ise önlem alınmayan üretim sistemlerinde rastlanabiliyor ve sorunsuz atlatılıyor.
Kaynak: Lupiani B, Reddy SM. The history of avian influenza. Comparative Immunology, Microbiology and Infectious Disease 2009; 32: 311-323.
HPAI salgını “kendi kendini sınırlama” özelliği gösterdiğinden aslında kolay kontrol altına alınıyor. Bu şu demek; bir kümes etkilendiğinde hayvanların hemen hepsi kaybediliyor, dolayısıyla enfeksiyon da kibrit alevi gibi sönüyor, yeter ki diğer kümeslere bulaşmasın. Bulaşmanın en önemli nedeni ise virüsün insanlarla taşınması, yani ekonomik nedenlerle ortak taşıma araçlarının kullanılması (ABD tarihindeki salgınlardan birinin tren vagonları ile yayıldığı düşünülüyor) ya da o kümeste çalışanların “hoşbeş etmek” niyetiyle diğer kümesleri ziyaret etmeleri. Türkiye’deki bu salgın şu an tamamen kontrol altında ve bu önlemlere uyulursa diğer kümeslerde sorun çıkması olasılığı yok.
Hezeyanın kötüye kullanılmasına müsaade etmeyin
Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) zaman zaman ortalığı ayağa kaldırmasının nedeni ise bambaşka, virüsün insanlara bulaşacağı hezeyanına dayanıyor. Bugüne dek bildirilmiş birkaç vaka olsa da, “uluslararası salgın” diye bir kavram söz konusu değil. Ancak gerek Hollywood, gerekse DSÖ bu tür bir senaryoyu abartarak köpürtmekte ısrarlı. Köpürtmenin olası bir nedeni elbette ilaç endüstrisinin satabileceği aşılar ve ilaçlar. Nitekim benim “büyük grip salgını senaryosuyla” tanışmam da Sharm El Sheikh’de düzenlenen uluslararası katılımlı, bakanlıkları da kapsayan bir sempozyumla gerçekleşti. Ne ilginçtir ki, toplantı sadece Orta Doğu coğrafyasını kapsıyordu, yani kriz senaryosu bu coğrafyaya pazarlanmaya başlandı. Belçikalıların üstlendiği oturum “1918 İspanyol Gribi’nin etkileyici koğuş fotoğraflarıyla başladı, dezenfeksiyonun ne kadar önemli olduğundan geçerek (ayrı bir sektördür), grip aşılarının aslında zorunlu olduğu, ama salgın durumunda hemen üretilemeyeceklerinden daha şimdiden sipariş verilmesi gerektiği” ile sonuçlandı. O iki günlük hastalık pazarlama etkinliği iki yıl sonra kuş gribi olarak değil, domuz gribi olarak geldi. Etkili olabileceği iddia edilen ilaç son kullanma tarihi değiştirilerek piyasaya verildi ve yok sattı; ama histeri “herkesin aşılanması gerektiği” paniğiyle sürdü. Nereye kadar, bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ben aşılanmayacağım” demesine kadar. Bu grip hezeyanına ne kadar bütçe aktarıldığı bugün bile tam olarak bilinmemektedir, ama önceki kuş gribi hezeyanının 2.5 milyon köy tavuğunun nedensiz canına mal olduğu belgelidir.
Sözün özü;
- Kuş gribi zaman zaman yaşanabilen, “kendi kendini sonlandıran salgınlar” yapar. Gereken önlemler alındığı takdirde (karantina) salgının kontrol edilememesi olası değildir.
- Kuş gribi insanlara beyaz et ya da tavuk yemekle asla bulaşmaz, o nedenle “ben beyaz et yemek istiyorum” diyenlerin kuş gribi ile ilgili endişe taşımaları tamamen yersizdir.
- Mevcut münferit bildirimi şahsi çıkarları nedeniyle kötüye kullanmak isteyenler çıkabilir, aman uyanık olunuz.
- Piliç endüstrisi Türkiye’de tavukçuluğun yeniden yapılanması için fazlasıyla gereklidir. Bizim önceki tartışmalarımız ayrı konudur, ama “salgın” lafından haksız yere olumsuz etkilenmelerini de istemeyiz.