Biyolojiyle ilgilenenlerin açıklamaya çalıştığı önemli konulardan biri canlıların formlarının nasıl gelişmiş olduğudur. Görünüşte çok ciddi bir çeşitlilik vardır, memelilerden bakterilere kadar çok farklı formlar mevcuttur. İşlevsel olarak bakıldığında formlar arasında aslında bir uçurum yoktur, örneğin oksijenin kullanımını sağlayan biyokimyasal mekanizmalar balıklar ve memeliler arasında önemli farklılıklar göstermez. Ama iş formun neden bu kadar farklı olduğunu açıklamaya geldiğinde durum karışır. Meseleyi evrime dayandırmaya çalışanlar, ortaya çıkan mutasyonların yeni canlıya bir takım avantajlar kazandırdığını ve hayatta kalmasını sağladığını ileri sürerek “faydacılık” çerçevesinde bir açıklama getirirler. Bu yaklaşım da en baştan bir kabullenmedir. Dahası son yıllarda çığ gibi büyüyen moleküler biyoloji yöntemleri “moleküler evrim” olarak adlandırılan bir kavram geliştirseler de, deniz yıldızı gibi hemikordatlardan tutun, fare gibi memelilere kadar biçimlendirmede etkin genlerin benzer olduğunu ve aynı prensip içerisinde çalıştığını ortay koymuştur. Bugüne dek olan bilgi birikimi formun oluşumunun ve daha önemlisi değişiminin genlerle çok fazla açıklanamayacağını ortaya koymaktadır. Mevcut canlı formlarının nasıl ortaya çıktığının açıklanması neden önemlidir, bu konuya hiç girmeyeceğiz, zira bu biyolojiden öte felsefenin de katkısını gerektirir. Ancak genlerle kodlamanın birden farklı biçimi olabileceğini irdelemek yerinde olacaktır.
Moleküler biyolojinin “lineer” algı kısıtlılığı
Daha önce de sık sık vurguladığımız gibi, insan doğayı anlamakta “içine doğmuş olduğundan” sınırlıdır, ama açıklamak için kullandığı modeller (belki de bu kısıtlılığın sonucu) kendi geliştirdiği araç gereç temelinde ortaya çıkar. Örneğin pompa imalatında nasıl parçalar birbirinin üzerine birleştirilirse, kalbin açıklaması da birbirine “eklenmiş” kas ve damarlar biçiminde düşünülür. Ne var ki canlı sistemin gelişimi araba imalatı gibi “lineer”, yani bir çizgisel sıra izler biçimde değildir. Organizma bir bütün olarak ortaya çıkar, adeta “zaten vardır, dokular onu genlerin de yardımıyla yekten şekillendirir”. Benzer kısıtlılık DNA’dan protein oluşumunun da “sıralı” (lineer)olarak düşündürme eğilimindedir, yani önce DNA RNA’ya kopyalanır, sonra bu zincir çekirdekten çıkarak, hücre içerisinde amino asit dizisine dönüştürülür; hatalı değil, “kodlama” lineer görünmektedir. “Kodlama” kelimesi moleküler biyologların çok sevdiği bir kavramdır, aslında bir şifreye işaret eder. “DNA’nın şifresi çözüldü” sözünün ifade etmeye çalıştığı da tam budur. Ama her nedense kodlamanın lineer (çizgisel) olmanın ötesine geçebileceği pek düşünülmemiştir.
Oysa kodlamasının mantığı değişken olabilir
Kodlama konusunda, alan dışından olanların daha kolay kavrayabilmeleri için biçimsel bulmaca (puzzle) örneğini vermek en doğrusudur. Puzzle olarak adlandırılan bulmacaların en basit biçimi yüzey üzerinde birleştirme prensibine dayalı yapbozlardır. Bu tip bulmacalarda da çözüm ekleme biçiminde lineer gerçekleşir, ancak şekiller zaten vardır ve çözmeye çalışan şekillere müdahal edemez.
Ama birbirinin içine geçen Matruşka bebeklerini düşündüğünüzde durum değişir, üç boyutlu, ama yerleştirirken uygun olanı takip etmek zorunda olan bir sistem vardır, burada da aynen yapboz gibi, biçimlere müdahale söz konusu değildir.
Bunun bir sonraki aşaması ise Rubik Küpü olarak adlandırılan bir eksen etrafında dönen küp yüzeyleridir. Rubik Küpü’nde amaç, her yüzeyin aynı rengi bulmasıdır (oysa farklı desenler de nihai amaç olabilir, daha karmaşıktır, bugüne dek örneğini görmedim).
Yapbozlarda ve Matruşka bebeklerinde şekiller bellidir, Rubik Küpü’nün de üç boyutlu ve değişken olmasına karşılık nihai formu bilinmektedir. Kodlamanın bilinen en gelişmiş bir sonraki aşaması ise Enigma denen sistemdir. Enigma İkinci Dünya Savaşı’nda şifreli haberleşme için geliştirilmiş bir kripto biçimidir. Ne var ki “iletilmek istenen nihai mesaj” hep değişkendir, bunun kodlama biçimi de önden gelen başlangıç mesajıyla sürekli değiştirilebilir, yani aradaki olasılıklar neredeyse sonsuz olsa da, nihai mesaj okunabilir alfabedir.
“İnsan doğayı şeklen kendi geliştirdiği araç gereçlere benzeterek açıklamaya çalışır” saptaması aynen geçerlidir, ama bulmacalar, yapbozlar, Rubik Küpü ya da Enigma araç gereci değil, düşünceyi (ide) anlatır, dolayısıyla aslında gerçek modelleme “ide”lerdir. Dolayısıyla canlıların yapılarının farklı olması şaşırtıcı olmamalıdır, form zaten değişkendir, ama “ide” her zaman aynı kalır. Doğası gereği, hiçbir canlı Varoluş’un ötesine geçemez, ama hep tekrarlar.